İçinde doğduğumuz her evin; yemek yediğimiz her sofranın; yaşadığımız her sokağın; her mahallenin, nahiyenin, şehrin; bir ruhu, tarihi, bir nidâsı, bir simgesi, bir farikası vardır bu memlekette. Tercih hakkımız yokdur başlangıçda. Ortak oluruz kaderine bütün bunların, iyisiyle kötüsüyle...
Her türden sayısız zenginliği, her çeşit güzelliği, her neviden eşşiz nimeti ile Allah’ın özenerek yaratdığı bir memleketin ahfâdıyız vesselâm. Hangi dağına gitsek, hangi yolundan geçsek, hangi çayını boylasak, hangi deresinde çimsek, hangi ağacına tırmansak, hangi pınarından su içsek, bir başka güzel!..
Kıymetini bilene birer ibret alâmeti olan bu eşsiz güzelliklerin hepsi Allah’ın bizlere bahşetdiği nimetlerdendir.
Yaradan’ın bizlere ihsan etdiği nice lütuflara ilave olarak mekânları unutulmaz yapan, farklılaştıran, insanın bakışını çelen, hafızasına nakşeden bir de insan marifetiyle vurulmuş mühürler, güzellikler vardır. Yontulmuş bir taş, bir pınar, bir bina, bir köprü, bir câmi, bir heykel...
Mekânları emsâlinden farklı yapan bu eserleri de sanatçılarımız hediye etmişdir bizlere.
Eşyayı benzerinden ayıran özelliğe farika denir. Yaşadığımız mekânları emsâlinden ayıran özelliğe geliniz biz de farika diyelim pek muhterem can dostlarım.
Yaşadığımız yeri tarif etmek için bazen sadece bir kelime yeter de artar bile... Karamürsel’de oturduğumuz binanın önünde kocaman bir ıhlamur ağacı vardı. Şimdi hâlâ yerinde mi acaba? Kimbilir kaç yaşında. Kim dikdiyse Allah razı olsun. “Yağmur yağar yeşil otlar bitirir, Yel esdikce kokuların getirir” demiş, “Dağlar” isimli şiirinde Karacaoğlan. İşte bizim sokakda da aynısı olurdu o senelerde. Vakdi gelince açdığı harika çiçekleriyle gözlerimizi okşar ve bütün sokağı aylarca mis gibi kesif bir ıhlamur kokusu doldururdu. Öteki mahallenin ahalisi bile yolunu biraz uzatmak bahanesiyle bizim sokakdan geçer ve ıhlamur ağacının o güzel rayihasını doyasıya çekerdi ciğerlerine. Bu sokağa niye Ihlamur Ağacı Sokağı ismini vermemişler, hâlâ merak ederim. Bizim sokağımızın farikası da işde bu ıhlamur ağacı idi.
Kömür desem, aklınıza ne gelir? Bakın, hemen tahattur etdiniz! Nereyi kasdetdiğimi bildiniz. Anıtkabir, ya da pişmaniye?.. Değil mi?.. Biricik bile özelliği, yani farikası olmayan bir tek çakıl taşı arasam şu memlekette, bulacağıma dair hiç umudum yok dostlarım. Biz astsubaylara yapılan tahakküme varan haksızlıkların zevâl bulacağına dair pek kuvvetli umudum vardır da bir farikası olmayan dulda bir yer bulacağıma dair hiç umudum yokdur. Arasam da bulamam, inanın... Hepsinin en az bir dane farikası var desem hani, geliniz, itimat buyurunuz şu Eski Tüfek bahriyeli fakire...
Burada ismini zikredemediğim köşe başlarının, çakıl taşlarının, ağaç diplerinin, dere boylarının, göllerin, nehirlerin, ırmakların, denizlerin, dağların, bağların, bahcelerin, ovaların, tepelerin, yaylakların, kışlakların, köylerin, kasabaların, şehirlerin ey necip, ey güzel insanları! Bana gönül koymayınız, e mi? Tevessül etsek hani yaza yaza bitiremeyiz.
Vakıa, Cumhuriyet düşmanları kapattılar. Kitap basdığımız kağıdı bile artık ithâl ediyoruz, gınayı yakalım! Hani faraza SEKA istediğimiz kadar kağıt tedarik etse, mürekkebimiz Çene suyundan gelse, ömrümüz de vefâ etse ve Evliya Çelebiye öykünüp nice uykusuz geceler boyunca kağıt üstünde kalem yüzdürmeyi göze alıp yazsak bile sitede yayınlayacak yer bulamayız. Yayınlamakda ısrar etsek, bu kez de sihirli elleriyle sitemize hayat veren kaytan bıyıklı bahriyeli, nam-ı diğer ADMIN Sayın Semih KOÇ, durduk yerde bam telinden bozuk çalabilir.
Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin. Kendisiyle henüz teşerrüf etmedim. Basındaki tavsırlarından görmüşlüğüm var sadece. Hakkında emekliassubaylar.org sitesi dolaylarında bir yerlerde ikâmet ettiğine dair pek kuvvetli tevatür dolaşan bir de davamızın bayrakdârı Sayın Ersen GÜRPINAR var. Maazallah “Astsubaylara tahakküme varan haksızlıklar” deyip yurt çapında yayınlanan bir gazetede hakkımızda elvan çeşit tefrikalar neşrebilir ki işte en çok bu ihtimalden çekinirim.
Değirmenci Ali’nin kör beygiri dolaşdırdığı gibi lafı kıyıda kenarda gezdirmeyi bırakalım da artık viya böyle deyip sadede gelelim, gönüldaşlar!
Dünya’ya gözlerinizi Zonguldak ilinde açdıysanız; dizleri romatizmalı, eli yüzü gözünün karasından daha da karalara bürünmüş emekdâr bir madencinin evladı olmalısınız.
İlk çığlığınızı seymenler diyarı Ankara’da attıysanız bordro mahkûmu bir memurun nüfusuna yazarlar sizi.
Göbeğinizi Kocaeli’de kesdiler ise şayet bahriyeli bir astsubay ya da subayın çocuğu olmanız pek muhtemel.
Benim göbeğimi Kocaeli’nde kesmemişler, anam dedi. Nüfusuna kayıtlı değilim. Bu güzel şehirde görev yapmış bir askerin çocuğu da değilim. Keşke olsaydım. Hanımım buralı değil. Olsaydı iftihar ederdim. Ellerinizden öperler çocuklarım da Kocaeli’nde doğmadılar. Madem bütün bunlardan değilim de ben neyim? Ben, kimim öyleyse babayiğitler?..
Ben; dostarım, doğduğum memleketimden ayrılıp yüce milletime hizmet gayesiyle intisap etdiğim Türk Bahriyesinde iki elinizin parmaklarının sayısından yüzde otuz daha fazla bir süre bu şehirde vakdin bir sehminde görev yapmış bir Deniz Astsubayıyım.
Mekânı şereflendiren insandır; Kocaeli’yi şereflendiren bahriyeli askerler, bahriyeli askerleri de şereflendiren Kocaeli’dir, kanaatimizce.
Eşim ve çocuklarımın beni en çok özledikleri, yolumu gözledikleri, bekledikleri şehirdir Kocaeli.
Hanımların kocalarından, çocukların babalarından; bahriyeli babaların ise hem hanımlarından hem de çocuklarından en çok uzak kaldığı bir şehirdir burası.
Sokakları bol bol iyot kokan fakat iyotdan daha ziyade gönülleri hasret kokan bir şehirdir Kocaeli...
Körfezin efendisi, denizlerin kurdu bahriyelilerin yuvasıdır Kocaeli...
İlk gemi görevine başladığım yer. Son gemi görevimi tamamlayıp fiili denizciliğe veda etdiğim yer.
Hem ilk limanım, hem de son limanım!
En güzel ve unutulmaz arkadaşlık, dostluk ve komşuluk bağları kurduğum şehir.
Bütün bunlara ilave olarak, biz denizci astsubayların medar-ı iftiharı olan Yuvaya Dönüş Anıtı’nın yuvasıdır Kocaeli.
Makâlemin başında arz etdiğim gibi, doğduğumuz yeri seçme hakkımız olmasa da öldükden sonra yatacağımız yeri seçme imkanımız var çok şükür! Akrabalarıma vasiyet etdim. Karamürsel Belediye Başkanına da buradan sesleniyorum; Hak vâki olup da imamın kayığına bindiğim gün beni hemen Karamürsel mezarlığına defnediniz. Hiç beklemeden, mümkünse aynı gün... Beni her daim heyecana garkeden İzmit Körfezin’in o büyülü sularına bakmak istiyorum yatdığım yerden. İsrafil Aleyhisselâm Sûr’a üfleyinceye kadar Karamürsel son limanım olsun!
Her mefhum, muhalifi ile kâimdir. Âşık olmazdı, olmasa Maşuk! Vuslat olmazdı, olmasa firâk! Biz de bu yalın ve katı gerçeğe inat yüreğimizde yanan vatan ateşiyle sevdiklerimizi arkamızda bırakıp yüksünmeden katlandık o hasret kokan günlerce, haftalarca, aylarca devam eden seyirlere, deniz görevlerine...
Aynı gemide aynı kaderi paylaşdığım vatan sevdalısı, birisi yek diğerinden merdâne yüzlerce, binlerce bahriye astsubay ve subayı. Ve en önemlisi Anadolu’nun doğurup emzirip büyütdüğü ve kutsî vatan hizmetine gönderdiği başımızın tacı Levendlerimiz tabi...
Komutanımız, mükemmel insan Dz.Kur. Albay Baha EREN, İkinci Komutanımız, koca gemiyi taksi gibi maharetle kullanabilen Dz. Kur. Yarbay Doğan DENİZMEN...
Meslekdaşlarım Telsiz Astsubayları Mustafa OĞUZ, Hasan TAŞCI, İsmail BAKIRLI, Cevat DEĞİRMENCİ, Cemil AKDERE, Küçük Mustafa, Küçük Cevat... Çocukları Hakkıcan, Aslıcan, Ozan, Berkay...
Telsiz kamarasında benim kahrımı çekip kaderime ortak olanlardan şu an aklıma gelenler... Büyüklerim, küçüklerim... Hangi birisinin ismini yazayım buraya? Gönül koymasınlar bana lutfen. Yazmakla bitiremem ki. Dile kolay; deniz görevimin son yılında, 1998 senesinde toplam olarak 290 gün denizde kalmışdık. Analar böyle has yiğitler doğurup vatan hizmetine göndermeseydi o kıyameti andıran, yerle göğün herc-ü merc olduğu mahşerî fırtınalarla baş edilir miydi? Bitmek tükenmek bilmeyen, uzayıp yüzyıl olan gemi görevleri çekilirmiydi hiç?
Ihlamur kokan sokakda, alt katımızda oturan kumcu Hüseyin abi; eşi, benim ablam Saadet... Oğlu utangaç ve yakışıklı topcu Cengiz, kızı güleç Sabahat. Az muhlamasını yemedik Saadet ablamın. Duydum ki Hüseyin abim hastaymış. Ellerinden öper, Allah’dan âcil şifalar dilerim kendisine.
Çapraz alt katımızda oturan bacanak dediğim ve kardeş bildiğim İpekkağıt işcisi Musa, hanımı Cemile, oğlu Mehmet, kızı Büşra. Ailecek vurup kendimizi yollara o civardaki mesire yerlerinde, dağlarda, tepelerde, ormanlarda az benzin içirmedik demirden atlarımıza.
Üst çaprazımızda oturan ve bahçesinde iki kiraz bulsa birisini bize getiren diğer Hüseyin abi ve hanımı ablam Nazmiye.
Ihlamur ağacının hemen yanındaki bakkal dükkanını işleten Ersen bey ve ismini şimdi tahattur edemediğim güzel ve o maşşallah dedirtecek kadar akıllı kızı...
Sütcümüz Calba Cahit, zerzevatcımız İbo abi, litreyle çamaşır suyu satan çatlak sesli Mehmet abi ve diğerleri...
Hepimiz memleketin bilmem hangi köşesinden çıkıp gelmişiz bu hasret kokan şehire. Maksat vatana, millete bir nevi hizmet, başka bir şey değil.
Akrabamız, anamız, babamız doğdukları şehirlerin kaderini paylaşırken bizim sehmimize de Kocaeli düşmüş. Sıkıntılı ve dar zamanlarımızda bize abi olan, abla olan, kardeş olup kol kanat geren bu güzel insanların hepsine buradan selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Biz askerler, vatana hizmet etdik; bu güzel insanlar da bizlere... Haklarını nasıl öderim ki? Bir daha görmek nasip olur mu bilmiyorum. Allah hepsinden razı olsun. Haklarını helâl etsinler. İşte, bunlar da bizim mahallenin farikaları..
Kocaeli’ni benim gözümde değerli ve unutulmaz yapan bunca güzelliğe bir farika daha ilave etmek istiyorum yüksek müsaadenizle. Gölcük Ana Deniz Üssü’nün içinde; Nizamiye girişinde, yolun tam ortasına yerleştirilen anıt...
Doğu Nizamiyesinden Üsse girişde bütün haşmetiyle hemen karşınıza çıkıverir. Gezdiğim hiçbir askerî tesisde beni bu kadar heyecanlandıran ve tevkir eden başka bir anıt görmedim desem yeridir. Yaklaşık üç metrelik beyaz bir mermer kaide üzerinde, kışlık elbisesiyle eşine ve kız çocuğuna hasretle, tutkuyla sarılan dört metrelik heybetli bir Deniz Astsubayı... Anıtın adı; YUVAYA DÖNÜŞ!..
Hanımı, her iki koluyla birden kocasını belinden hasretle sımsıkı kucaklamış! Kızı; sol kolu ile anasının sırtına, sağ kolu ile de babasının sol koluna zarifce dokunmuş. Ve anasıyla babasını adeta birbirine mühürlemiş.
Sayılmadık günlerden, gecelerden sonra uzak yoldan, bilinmedik görevlerden yuvasına dönen bahriyeli astsubay; sağ kolu ile hanımını sol omuzunun üzerinden aşağı doğru belinden kavramış ve eliyle de kızını sol elinden sıkıca tutmuş. Kızının sağ omuzuna kendi sol eliyle şefkât dolu bir hisle dokunmuş ve bir kartal gibi kavramış...
Hanımı, kocasına; kızı babasına bakıyor hasret ve muhabbet dolu gözlerle. Denizci astsubay da tahassür dolu bakışını hem eşine hem de kızına adamış...
Hasret dolu günlerden, aylardan sonra kavuşmanın sevinci ve heyecanıyla birbirlerine kenetlenen üç insan, aynı hissiyatın potasında eriyip handiyse yek vücut olmuş. Tariflerin dar geldiği, sözcüklerin kifayet etmediği doyulmaz bir aile saadeti bundan daha güzel nasıl anlatılır ki?
Her insanın bir hikâyesi vardır. Her hikâyenin de bir kahramanı. Bizlerin hikâyesi Türk Deniz Kuvvetleri, Türk Deniz Kuvvetlerinin kahramanı da Deniz Astsubaylarıdır, can dostlarım.
Götür bir Rus’u hamama! Üç defa kesele, altından Türk çıkar.
Alın bir savaş gemisini, neresini kazırsanız kazıyın! Kazıdığınız her yerde bahriyeli astsubayın ömrünün varını, alnının terini, elinin emeğini, gözünün nûrunu, parmağının izini görürsünüz.
Türk Deniz Kuvvetleri savaş gemilerinin hâfızası, hakîki sahibi, emekcisi ve esas vurucu gücü olan astsubaylara duyulan vefa, şükran ve minnetin bir nişânesi olarak astsubayı tasvir eden Yuvaya Dönüş Anıtı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda Deniz Astsubayına ithaf edilen ilk ve tek anıtdır. Bu bakımdan biz Deniz Astsubayları için fevkalâde önemlidir.
Bu cümleden olmak üzere Yuvaya Dönüş Anıtı hediyelik şeklinde imâl edilmelidir. Hasreti, saadeti, sevgiyi, şefkâti, huzuru, tahassürü, tutkuyu ve aile olmayı bu heykelden daha güzel anlatan başka bir teberik bulamazsınız... Her astsubay, en az iki dane satın almalı, birini eşine dostuna hediye etmelidir. Dört müşteriniz şimdiden hazır, şu bahriyeli fukaradan söylemesi.
Hesabı tutulmamış kaç gün, kaç hafta; belki de kaç ay birbirine hasret kalmış aile efradının; ananın, babanın ve çocukların vuslatı ve yek vücut olması taşa bundan daha güzel nasıl nakşedilir ki?..
Tecrübeyle sabit, biliriz. Benim de ömrümün en güzel dönemi olan evliliğimin ilk on senesi işte böyle geldi geçdi Levendler! Elleriyle şekil verdiği heykele yüreğindeki hissiyatını da büyük bir maharetle katan ve biz denizcilerin hissine böylesi vukufiyet ve yetkinlikle tercüman olan Prof.Dr. Sayın Sait RÜSTEM’e bu vesileyle bütün denizci astsubaylar namına buradan saygı ve hörmetlerimi gönderiyorum.
Seferden yuvasına dönen Bahriyeli Astsubay, eşiyle ve kızıyla doyasıya sarılıp kucaklaşa dursun, deniz astsubaylarını tafdil eden bu anıtın hikâyesini geliniz dostlar, biz birlikde yazalım tarihin ebedî belleğine.
Zamanın Donanma Komutanı, merhum Oramiral Sayın Güven ERKAYA... Kıbrıs Barış Harekâtında eski T.C.G. Kocatepe Muhribinin Komutanı. Muharip bir Komutan ve Kıbrıs Gazisi. Konuşmakdan çok dinlemeye meyyâl, herkesin fikrine kıymet veren, adâlet duygusu çok kuvvetli, dirayetli, teşrihci, son derece zeki, akl-ı selim; bir o kadar da şefkât dolu bir insan her şeyden önce. Yapmacık tavırlardan, teşhircilikden, ucuz kahramanlıkdan, dalkavuklardan nefren eden bir asker.
Harp Filosu Komutanı ise Tümamiral Sayın Salim DERVİŞOĞLU. Pamuk dede desem kâfi gelmez. Evladım git şu pencereden kendini aşağı at dese, hiç tereddüt etmeden atlarsınız aşağı. Korkduğunuzdan değil ha! Bilâkis, sevip, saygı duyduğunuzdan elbet! Oramiral Sayın Güven ERKAYA için söylediğim her şeyi Tümamiral Sayın DERVİŞOĞLU için de söylemek, kendisini sitayişle yâd etmek benim için ne büyük bir keyif. Mizaçları birbirine birebir benzeyen iki müstesna Komutan...
Sayın ERKAYA’yı rahmet ve şükranla, Allah uzun ve sıhhatli ömür versin Sayın DERVİŞOĞLU’nu da tâzimle yâd ediyorum huzurunuzda.
Bu dönemde bu satırların yazarı da T.C.G. Oruçreis Fırkateyn’inde Telsiz Branşı Kıdemli Astsubayı idi. Kendileriyle sayısız defa bir araya geldik. Her iki Komutan ile aynı havayı teneffüs etdik. Gemimizi kaç kere teşrif ettiler. Karavana yedik, çay içdik, sohbet etdik.
Her ikisi de teşrifatcılıkdan hazzetmez ve tek başına gezerdi. Teftiş edeceği yerleri, her zamanki haliyle; askerleri, günlük kıyafetinin içinde; herkesi, işinin başında görmek isterdi. Bu sebeple biz denizcilerin gönlünde bu iki komutanın çok müstesna yeri vardır.
Anıt hakkında bilgi ararken, Heykeltıraşı Prof.Dr. Sayın Sait RÜSTEM’in Seymenler diyarı Ankara’da yaşadığını öğrendim. Heykelin hikâyesini, heykeli yapan sanatcısından duymak heyacan verici bir fikir idi. Bu maksatla kendisini atölyesinde ziyaret etmeyi tasarladım.
Sayın RÜSTEM’in telefon numarasını buldum. Cumhuriyetimizin doksanıncı yılını idrâk ettiğimiz bu senenin üçüncü ayının ilk Cumartesi günü öğleden sonrası Sait Hocamı aradım ve niyetimi kendisine fâş etdim. Sağolsunlar, “Gelin, görüşelim” dedi. Davete icâbet etmek gerek değil mi? Biz de Prof.Dr. Sayın Sait RÜSTEM ile görüşmek üzere ertesi günü maaile yola vurduk kendimizi.
Dört tekerlek üzerinde yarım saatlik bir yolculukdan sonra, Sait Hocamın mahallesine vâsıl olduk. O civarda oturan bir mahalleliye Hocamın adresini sorduk. Bir çay içimlik daha gittikden sonra tatlı bir tesadüf eseri Sait Hocamı, oğlu Ahmet Can ile birlikde bakkaldan gelirken evinin önündeki yolda gördük.
Ben, hocamı tavsırından tanıyordum. Fakat kendisi beni hiç görmemişdi. Yanına varınca arabayı durdurdum. Selâm verir vermez sanki Hocam bizi bekliyormuş gibi hoşgeldiniz dedi ve eliyle atölyesini gösterek arabamızı park edeceğimiz yeri işaret etdi.
Bir Pazar günü öğle üzeri Sayın Hocamın atölyesinde buluşduk, tanışdık. Kısa ve hoş bir hasbıhâlden sonra Yuvaya Dönüş heykeli konusunda sohbete koyulduk.
Buyurun, Yuvaya Dönüş heykelinin hikâyesini, heykeltıraşı Prof.Dr. Sayın Sait RÜSTEM’in kendisinden dinleyelim;
Zamanın Donanma Komutanı Oramiral Sayın Güven ERKAYA’dan heykel yapmak üzere bir davetiye aldım. Akabinde gidip kendisiyle görüşdüm. Benden, denizci askerin seferden dönüşünde ailesiyle kavuşmasını anlatan bir heykel yapmamı rica etdi. Heykelin adı hemen orada kendiliğinden ortaya çıkdı; Yuvaya Dönüş!
Hazırlayıp dosyaya koyduğu resimlerde bana heykelin bütün özelliklerini kendileri tek tek anlatdı.
"Hocam" dedim, "heykele konu olarak astsubayın konulmasını Komutanımız mı istediler yoksa sizin kendi tercihiniz mi?” diye sordum. “Bana verilen dosyada astsubay resimleri vardı. Heykele konu olarak Denizci Astsubayın seçilmesi Sayın ERKAYA’nın kendi tercihidir” dedi.
"Heykel üzerinde çalışmaya hemen başladım. Önce bir kaç eskiz çizdim. Kendisine gönderdiğim eksizlerden, şu an heykelini yaptığım örneği seçdi Sayın ERKAYA. Bu örnek üzerine, bire bir ölçüde çamurdan bir maket hazırladım. Bu maketi görmeye kendisi atölyeme bizzat geldi. Çamurdan numuneyi eni konu inceledikten sonra “Tamam hocam. Elinize sağlık, çok güzel olmuş,"
dedi. Sayın RÜSTEM, “Hattâ” diyerek konuşmasına şöyle devam etdi;
"Çamurdan örneği görmek için bizim mahalleye geldiği gün, bitişik binada düğün vardı. Sayın ERKAYA geldiğinde, bu düğün alayı ile karşılaşdı. Polisler, Komutana yol vermek üzere düğün alayının önünü kesmişdi. Fakat komutan buna razı olmadı. Kendisi arabasında bekledi ve gelin arabasına hemen yol verdi.
Çamur örnek konusunda anlaşdıkdan sonra alçıdan kalıp almak için polyester model hazırladım. Daha sonra da tunc madenini eritip heykeli kalıba dökdüm. İki tondan fazla tunc sarf etdim. Sonra anıtı, Ankara’dan götürüp Gölcük’de şu anda durduğu yerden biraz daha sol ve yukarı tarafda bir yere yerleştirdik. Sayın ERKAYA, anıtın daha göz önünde olması ve Gölcük Ana Deniz Üssü’ne gelenlerin ilk önce bu anıtı görmesi için şimdi durduğu yere nakletdi" dedi.
Her saatin bir hükmü vardır. Her ziyaretin de bir zevâli... Yuvaya Dönüş Anıtı’nın hikâyesi hakkındaki maksadımız hâsıl olmuşdu. Bizi atölyesinde ağırlama nezaketinden dolayı Sayın Profesöre teşekkür edip vedalaşdık.
Yuvaya dönüşü anlatan bir anıt yapdırmak ve bu anıta da astsubayı konu etmek fikrinin merhum Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Sayın Güven ERKAYA’ya ait olduğunu, heykelin sanatcısından duymak beni ziyadesiyle memnun etdi. Çünkü arkadaş canlısı bir insan olan rahmetli komutanın, astsubaylara daima samimiyet, muhabbet ve şefkât hissiyle bakdığının en yakın şahidiyim. Aşağıda anlatacağım ve kendisinin yapdığı diğer iz bırakan yenilikleri de okuyunca bana hak vereceksiniz.
Heykelin yapımı, Oramiral Sayın Güven ERKAYA’nın Donanma Komutanı olduğu dönemde sağ tarafınızda tavsırını gördüğünüz Heykeltıraş Prof.Dr. Sayın Sait RÜSTEM’e sipariş edilmiş.
Sakarya Meydan Muharebesinin önemli safahatına sahne olmuş hâkim mevzilerden biri de Ankara Polatlı’daki Kartaltepe’dir. Bugün üzerinde, Türkiye’nin en yüksek Mehmetçik Anıtı kabul edilen dev bir anıt var. Yolunuz düşerse mutlaka gidip görün. İşletmeye yeni açılan hızlı tren hattına ait tünelin tam üzerine yerleştirilen ve düşmana “Dur!” diyen Kahraman Mehmetciği simgeleyen 32 metre yüksekliğindeki bu heykel, Ankara – Eskişehir karayolunun uzak noktalarından bile rahatlıkla görülebiliyor. Polatlı’ının farikası da bu anıtdır dostlarım. İşte, bu anıtın Heykeltıraşı da Prof.Dr. Sayın Sait RÜSTEM’dir.
Açılış tarihinde Oramiral Sayın Güven ERKAYA Deniz Kuvvetleri Komutanı, Oramiral Sayın Salim DERVİŞOĞLU da Donanma Komutanıdır. Sayın ERKAYA, deniz kurdu astsubayın hakkını teslim etmek için yiğidin yuvasına kadar gelmeyi kendine şeref bilmiş. Taa Ankara’dan Gölcük’e kadar gelmiş ve heykelin açılış kurdelasını bizzat kendisi kesmek nezaketini göstermiş.
Yuvaya Dönüş Anıtı hakkında makâle yazmaya karar verdikten sonra bilgi belge derlemeye başladım. Çok aradım fakat bu Anıta ve hikâyesine dair sadece bir kaç resim, bir iki satır yazı bulabildim. Şu an okuduğunuz yazı, bu heykel konusunda yazılmış belki de en tafsilatlı ilk ve tek makâle. Hiçbir yerde bulamayacağınız kapakda gördüğünüz resmi bile Heykeltıraşı Prof. Dr. Sayın Sait RÜSTEM’in arşivinden kerimem aldı.
Heykelin açılışını haberleşdiren yegâne gazete olan Milliyet, o güne dair sayısında konuya ilişkin şöyle yazıyor;
Deniz Kuvvetleri Personeli'nin seferden döndükten sonraki mutluluğunu simgeleyen “Yuvaya Dönüş” heykeli, Gölcük Donanma Komutanlığı'nda Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven ERKAYA tarafından törenle açıldı.
Kaidesiyle birlikte 7 metre yüksekliğinde olan heykeli, Heykeltraş Sait RÜSTEM yapdı. Oramiral ERKAYA “Denizciyi seferde ayakta tutan, onu karada bekleyen ailesidir. Bir denizci, görevden döndükten sonra ailesiyle buluşduğu anda yaşadığı mutluluğu hiçbir yerde yakalamayaz” dedi.
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Erkaya, heykeltraş Sait Rüstem'e şilt verdi.
Açılışa; Kocaeli Valisi Memduh ÖZ, Donanma Komutanı Oramiral Salim DERVİŞOĞLU, Donanma’da görevli subay ve astsubaylar ile davetliler katıldı.” 09.07.1997 Milliyet gazetesi.
Gazete haberinin tarihi 9 Temmuz. Demek ki Yuvaya Dönüş Heykeli bir gün önce, yani 8 Temmuz 1997 tarihinde hizmete açılmış. Törene ben ve gemimdeki arkadaşlarım iştirak edemedik. Çünkü bizler o günlerde, hattâ aylarda tam 105 gün devam eden meşhur FOST eğitimi için TCG Oruçreis Fırkateyni ile İngiltere’de deniz görevindeydik.
Heykel yerine konulduktan haftalar sonra görevimiz bitti ve Gölcük’e döndüğümüzde gördük. Doğrusunu söylemek gerekirse böyle bir heykelin yapılacağına dair bir haber de duymamışdık. Çünkü 1997 senesinde Gölcük’de kaldığımız günlerin yekûnu iki elimin parmakarının sayını geçmez. Gölcük’e geldikten sonra heykeli ilk gördüğümde sevinç, gurur ve heyecandan ayaklarımın yerden kesildiğini bugün gibi hatırlıyorum.
Heykelde; seferden döndükten sonra eşini ve kızını hasretle kucaklayan bahriyeli bir astsubay üstçavuş, ailesiyle birlikte resmedilmiş. Deniz Kuvvetleri Komutanımız Oramiral Sayın Güven ERKAYA’nın bu heykele denizin kahrını çeken deniz astsubayını konu etmesi onun şaşmaz takdir yeteneğinin ve yüksek kadirşinaslığının açık bir tezahürüdür. Kendisinin kadirşinaslığının tek isbatı bu değil. Bakınız daha neler yapdı. Eee, dostlarım; “İzden yürümek” kolaydır da “iz bırakmak” değildir!
Sayın ERKAYA, Donanma Komutanı iken bir gün âniden gemimize geldi ve şöyle dedi;
Arkadaşlar, gemiciler olarak sizlerin çekdiği meşakkâti, ne kadar zor şartlar altında görev yapdığınızı ve yıprandığınızı iyi biliyorum. Eşiniz, çocuğunuzla; ananız, babanızla dinlenip senenin yorgunluğunu atacağınız kamplar yapdıracağız. Herkese her yıl bir defa kamp tahsis edeceğiz. Sizler daha fazlasını hak ediyorsunuz. Teklif dosyasını hazırlattım ve Kuvvet’e gönderdim
dedi. Bizimle samîmi hislerle hasbıhâl etdi, çayımızı içdi ve kendisini uğurladık.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevi sona ermişdi. Kendisi göremedi. Fakat inşaatını başlattığı tesislerin kurdelasını, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevini kendisinden devralan halefi Oramiral Sayın Salim DERVİŞOĞLU kesdi. Sayın Güven ERKAYA, sözünü tutmuş ve dediğini yapmışdı.
Kendisinin emir astsubaylığını yapan bir meslek büyüğünden duydum. Yazımı okursa, ismini kendisi fâş edebilir. Sayın Komutanımız; 1991 senesinde, İzmir’de Saha Komutanı iken karargâh subaylarına emir vermiş. Demiş ki astsubaylara da gece kıyafeti (mess dress) tahsis edilmesi için hemen bir çalışma yapın ve dosyayı tezelden Kuvvvet’e gönderelim. Kendisi basiretli davranmış ve Genelkurmay Başkanlığının astsubaylara gece kıyafeti tahakkuk ettirmesinden yaklaşık 20 sene evvel bu girişimi başlatmışdı. Bugün astsubaylara gece kıyafeti verilmesi konusunda da merhum Komutanımız son derece dirayetli davranmış, doğrudan vesile olmuşdur.
Dosya hazırlayıp Kuvvet’e göndermek her komutanın harcı değildir. Hele bir de astsubay hakları söz konusu ise mangal gibi yürek ister. Rahmetli Komutanımızın yüreği mangal gibiydi. Hem de koskoca bir mangal gibi...
İz bırakmak herkesin harcı değildir demişdik. İz bırakan bir Komutan olarak ismini gönüllerimize nakşeden Oramiral Sayın Güven ERKAYA’nın biz denizci astsubay ve subaya unutulmaz bir iyiliği daha var. Onu da anlatalım da kimin neler yapdığına tarih şahit olsun. Suüstü Gemi Görev Tazminatı.
1996 senesi olsa gerek. O zamana kadar karada görev yapan ile gemide görev yapan astsubay/subay maaşları aynıydı. Gemi hizmetimin 10 senesinde ben de böyle görev yapdım. Merhum, kendisi Donanma Komutanı iken Gölcük’de bir öğlen vakdi âniden bizim gemimize, T.C.G Yıldırım Fırkateynine çay içmeye geldi.
Gösterişden, yapmacık davranışdan ve yağcılıkdan nefret eden ve bu tür insanları şiddetle paylayan bir kişi olan Komutanımız her zaman olduğu gibi geleceğini gene kimseye söylememişdi. Çalışma yerlerimizi şöyle bir dolaşdı. Bizim kamaramıza geldiğinde şöyle dedi;
Bu mesleğe ilk girdiğim yıllarda dikkatimi çeken ve beni rahatsız eden bir husus vardı arkadaşlar. Bugün bu konuyu sizlerle konuşmak için geldim geminize. Suüstü Gemi Görev Tazminatı. Sizler burada geminin kahrını çekerken karada görevli arkadaşlarınız ile aynı maaşı alıyorsunuz. Bu olmaz, vicdan bunu kabul etmez. Denizaltıcılar bu tazminatı senelerden beri alıyor. Gemide görev yapana şimdilik sembolik de olsa bir tazminat verilmesi için dosya hazırlattım ve dün Kuvvet’e gönderdim. Biraz bekleyin lutfen
dedi, çayını içdi ve gitdi.
Demek ki Suüstü Gemi Görev Tazminatı konusunda, mekânı cennet olsun, kendisi her türlü hazırlığı yapmış ve bize müjde vermeye gelmişdi. Nasıl olsa Ağustos ayında Kuvvet Komutanlığına terfi edecek, gönderdiği dosya kendi eline gelecekdi. Sayın Komutan, dediğini gene yapdı.
Kısa bir zaman sonra az da olsa gemiciliği taltıf ve teşvik eden bir suüstü gemi tazminatı verilmeye başlandı. Rahmetli ERKAYA yeni bir yol açmış ve kendi ifadesiyle sembolik dediği gemi tazminatını Kanun’lara işletmişdi. Daha fazlasını yapabilecek imkânı olsaydı yapacağından hiç şüphem yok.
Ne yazık ki kendisinden sonra göreve gelen komutanlar, Sayın ERKAYA’nın bu vasiyetine sahip çıkmadı. Gerçekten sembolik olan gemi tazminat miktarı, gemiciliği teşvik edecek, vicdanları rahatlatacak bir düzeye yükseltilmedi. Ahde vefâsızlık bu olsa gerek!..
Merhum Güven ERKAYA’nın bir farkı daha vardı. O zamana kadar tayinler hep Mayıs ayının sonunda ya da Haziran ayının ilk haftalarında açıklanırdı. Garnizon dışına gidecekler için bu tarih geç oluyor ve yeni birliğe taşınmak, ev tutmak, okul bulmak, çalışan eşlerin nakli gibi konularda ciddî sıkıntı veriyordu.
Kendisi Kuvvet Komutanı olduğu iki sene boyunca, tayinler Nisan ayında açıklandı. Herkesin hep şikayet ettiği ve kimsenin sahiplenmediği bu meseleye de derinden bir neşter atdı rahmetli. İki sene boyunca tayin edilenler yeni birliklerine kolayca katılabildiler. Rahat rahat evini kiraladı, taşındı, çocuğuna okul buldu, eşini naklettirdi. Kendisinin görev süresi bittikten sonra yerine gelen komutanlar bu usulü ne yazık ki devam ettiremediler.
Bir gün yolunuz düşer de Kocaeli’nden geçerseniz, yol kenarında durup üç beş paket pişmaniye alın. Küçük hediye sevgiye; büyük hediye ise saygıya vesile olur. Pişman olmazsınız. Eşinizin dostunuzun gönlünü alırsınız.
Değirmendere’nin denize nâzır çay bahçelerinden birisine oturup bir mola verin. İzmit Körfezi’ni seyre dalarak ince belli cam bardakda çayın keyfini çıkartın. Yorgunluğunuzu hemen alır. Zamanıysa eğer o taze fındıklarından alıp doyasıya yeyin. Soyadı gibi uysal olan sevgili devre arkadaşım Özgün UYSAL buradadır. 30 seneden fazla oldu kendisini görmeyeli. Rast gelirseniz şayet selâmlarımı söyleyin. Gözlerinden hasretle öperim.
Karamürsel’den geçerseniz, kime sorsanız söyler size. Bahar vaktiyse sormasanız da olur. Ihlamur kokusunu takip edin, bulursunuz. Bizim mahalleye uğrayıp ıhlamur ağacının olduğu sokakdan geçin. Ciğerleriniz ıhlamur kokusuyla bayram etsin. Haa bir de sınıf arkadaşım ve Soyadını kızıma isim olarak verdiğim kardeşim Hilmi ECE var orada... Kendisi şimdi Tuzla’da bir üniversite’de Hoca... Sevaptır, selâmımı söyleyin. Gözlerinden hasretle öperim.
Bahriyelinin Yuvası Gölcük’e yolunuz düşerse dostlar, gezinizi biraz uzatmak için bir değil iki sebebiniz var. Polyanna’ya bile taş çıkartacak kadar iyimser ve neşeli bir insan olan Beylerbeyi Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’ndan sınıf arkadaşım Engin KORKMAZ orada. Üç sene boyunca aynı sınıfın sıralarında okuduk, aynı yatakhanenin ranzalarında yan yana uyuduk. Ne güzel günlerdi o günler.
Deniz Astsubay Hazırlama Okulu ikinci sınıftaydık. Dersimiz, fizik; hocamız harika insan, mükemmel hoca Yarbay Mustafa KAZEZYILMAZ... Ders işlerken birden kapı çalındı ve sınıfa bir hanımefendi girdi. Elinde kocaman bir pasta ve şişeler dolusu çeşit çeşit meyve suyu... Engin’in anasıymış. Doğum gününü kutlamak için taa Gölcük’den kalkıp İstanbul Beylerbeyi’ndeki sınıfımıza kadar gelmişdi. Hocamız derse ara verdi ve sınıfın içinde hep beraber Engin’in doğum gününü kutladık o dersde. 3 senelik öğretim süresinde kutladığımız ilk ve tek doğum günüydü bu. Analık bu olsa gerek. Mezuniyetten beri görmedim Engin’i... Selâmımı söyleyin. Anasının elinden, Engin’in ve oralardaki sınıf arkadaşlarımın hepsinin gözlerinden muhabbetle öperim. (Bu yazının ilk yayınlanmasının üzerinden 14 ay geçmişti ki yan tarafda fotoğrafını gördüğünüz değerli sınıf arkadaşım Engin Korkmaz 9 Eylül 2014 günü aramızdan ayrıldı. Kendisine Allah'dan rahmet dilerim.)
Sonra, gezinizin asıl hedefine teveccüh edin. Deniz Üssü’nün Doğu Nizamiye girişine doğru yürüyün ve Türk Deniz Astsubayına duyulan şükranın ve minnetin ebedî ve en müşahhas ifadesi olan Yuvaya Dönüş Anıtını ziyaret edin.
Ziyaret etmekle iktifâ etmeyin, bir iki resim çektirin. Zira başka yerde bulamazsınız, kendi türünün biricik örneğidir. Denizci, hattâ asker olmasanız bile bir baba, bir ana ya da onların yavruları olarak sizler, bu heykelde kendinizden mutlaka birşeyler bulacaksınız. Görmek istediğiniz her şeyi görürsünüz bu Anıtda; hasret, mutluluk, saadet, tahassür, sevgi, şefkât, duygu, tutku... Hattâ daha fazlasını...
Bu dünyada herşey nasip kısmet işidir. Kısmetde ne varsa kaşıkda o çıkar. Deniz Astsubayı olmama rağmen Gölcük’deyken Yuvaya Dönüş Anıtı’nın önünde ailem ile birlikte resim çekdirmek bize o yıllarda kısmet olmadı.
Heykeli ile resim çektiremesek de Heykeltıraşı Prof.Dr. Sayın Sait RÜSTEM ve sevimli oğlu Ahmet Can ile birlikde ailecek resim çektirmekle bahtiyarım.
Her şehrin bir farikası vardır. Her insanın da tarihde bırakdığı bir iz!..
Yuvaya Dönüş Anıtı, Türk Donanması’nın kalbi Gölcük’ün farikasıdır,
Yuvaya Dönüş Anıtı, Sayın GÜVEN’in tarihde bırakdığı izdir!..
Oramiral Sayın Güven ERKAYA;
Yuva Dönüş Anıt’ını yapdırdığınız için yüzbinlerce Deniz Astsubayı size dualarını gönderiyor. Mekânınız cennet olsun!..
Bugün, 8 Temmuz 2013. Yuvaya Dönüş Anıtı’nın 17’nci doğum günü!
İyi ki doğdun Yuvaya Dönüş Anıtı; Nice yılllara!..
Dünya durdukca bütün heybetinle sen de yerinde öylece dur!
Farikası olmak da tarihde iz bırakmak da önemlidir, kıymetli dostlarım!
Ne mutlu, farikası olana;
Ne mutlu, tarihde iz bırakana!..
|
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
|
"Yuvaya Dönüş Anıtı"nın açılış yıldönümü anısına tekrar yayınlanmıştır.