Quantcast
Channel: Konuk Yazar
Viewing all 47 articles
Browse latest View live

Mardin'den Nobel'e Reklam

$
0
0
Mardin'den Nobel'e Reklam

Bölücülük değil eğitim yapmış.

Hücrenin duvarını dele,dele.

Ne Atatürk ilkelerinden sapmış,

Mardin’den Nobel’e bir mücadele.

****

Laikliğe sadık bir Atatürkçü.

Doyuma erişmiş,sanmayın kürkçü.

Ataya adadı ödülü çünkü,

Mardin’den Nobel’e bir mücadele.

****

Ne kadar övünse az,şimdi Savur.

Ya Nusaybin,Silvan,Diyarbakır,Sur.!

Dilde değil zihniyette hep kusur.

Mardin’den Nobel’e kimin hayali.?

****

Savaşın ödülü Türkmen’e arzken,

Yaşamak,yaşatmak herkese farzken,

İki yüzlü olmak geçerli tarzken

Mardin’den Nobel’e insan modeli.

ORHAN AFACAN

İzmir-12.12.2015

Geçmişe ve bugüne dair bir mektup

$
0
0
Geçmişe ve bugüne dair bir mektup

HAKKINIZI HELAL EDİN!

Tarih 1 Nisan 1994 Cumartesi, yer Eskişehir. Bir hafta sonu ve Açık Öğretim Fakültesinin sınavları var. Fakat 1 nci Taktik Hava Kuvvet Komutanı Korgeneral Lütfü AKDEMİR; bir gün önce yani Cuma günü akşamı kalp krizinden vefat etmiş. Cumartesi tören var. Nöbetçi heyeti hariç herkesin törene katılması emri verildi. Mevcut kalabalık, yarı insan katılmasa bile fark edilecek değil. Biz okumayan arkadaşlarımız sayesinde sınava gittik. Çünkü onlar törene katıldı..

F – 4 Radar Atölye Şefimiz Kd. Bşçvş. Canip BAŞARAN, dedi ki, sınavı olanlar sessizce sınava, oradan da evlerine gitsinler. Sağda solda görünmesinler. Onlar sınava, biz okumayanlar da törene gideceğiz.

Allah onlardan razı olsun. Şayet herkes okusa; göreve kim gider? Nöbeti kim tutar? O gün o törene kim katılırdı?

Okumayan ama bizlerin okuması için fedakarlık yapan ağabeylerimin, TEMAD’ın uzun soluklu mücadelesi ve kararlı tavrı neticesinde, bu gün öğrendim ki, yaptıkları fedakarlığın neticesin de hak ettikleri İNTİBAK gerçekleşmiş. En az onlar kadar sevindim. Bana bu mutluluğu yaşatan TEMAD’ımıza ne kadar teşekkür etsem azdır.

Biz o günler de genç ve tecrübesizdik. Bizler için sadece bu konuda değil, daha bir çok konuda fedakarlık yapan, bizleri koruma adına kendini siper eden ağabeylerimizi doğrusunu söylemek gerekirse o günler de anlayamamıştık. O insanlardan bir çoğu aramızdan ayrıldı. Onlarla helalleşemedik bile. Haklarını helal etsinler.

Şimdi bu tecrübeyi yaşamış biri olarak, kimse alınıp gocunmasın. Kimse de nankörlük yapıp inkara kalkışmasın. 2011 yılından itibaren bizler için her türlü mücadeleyi yapan, ordu evleri ve sosyal tesislere girişi yasaklanan ve ayrıca onlarca dava ile bizlere kol kanat gerip, fedakarlıkta bulunan, başta Genel Başkanımız Ahmet KESER, bazen günde iki bazen üç yazı yazarak bizlerin öfkesini muhafaza edip söylemek istediklerimizi söyleyerek bizi rahatlatan Selçuk İÇER, genç yaşına rağmen mücadelede hak ettiği yere gelmeyi şimdiden hak eden Mustafa SADAKOĞLU, birçok kişinin hedefinde olan, ağır yazdığı için hep eleştirilen ama yaşanan sürece baktığımda yazdıkları için az bile demiş dediğim, mücadelemizin kutup yıldızı Sami BAŞKAYA, bazen hiciv bazen dram genelliklede durum tesbiti yapan Tayyar YILDIRIM, müthiş bir insan tanışmak istediğim, yaptığı yorum ve eleştirilerde ki ince giydirmeleri ile meşhur Hayati ERGÜRBÜZ ile, Mustafa AYTAR, Halil ERGENLİ, Orhan ORHUN, Cemalettin GÜZBEY, Taner Haydar KOÇAK, Mehmet Sait SERT ve bir sabır abidesi olarak algıladığım yazdıkları ile herkesin teveccühünü kazanan Hidayet AYDIN ağabeylerimden tek istediğim şudur; HAKLARINI HELAL ETSİNLER. Yiğidin hakkını yiğide yaşarken teslim etmek istiyorum ki, geçmişte yaşadığım pişmanlığı tekrar yaşamayayım.

Burada adlarını yazamadığım, tüm dava adamlarını da minnet ve şükranla anıyorum. Siz de hakkınızı helal edin.

Tabi bunca övgüden sonra iki satır da yergi hakkım olduğunu düşünüyorum. İntibaklar ile gasp edilen haklarını elde eden ağabeylerimizin bu kazanımından rahatsız olan bazı sözde meslektaşlarımdan da utanıyorum. Ne diyorlar? Biz boşa mı okuduk. Sayın Hayati ERGÜRBÜZ‘ ün ifadesiyle cevap veriyorum. Evet, siz boşuna okumuşsunuz.

Satırlarımı burada noktalarken, tüm meslek büyüklerime minnet ve şükran duygularımı iletiyor, hepsinin ellerinden öpüyorum.

Faruk YÜCETÜRK

( E ) Hv. Per. Kd. Bşçvş

NOT: Bu duygusal mektup TEMAD Genel Başkan Yardımcısı Sami Başkaya’ya gönderilmiştir. Biz de Sn. Başkaya’nın Facebook sayfasından alarak tüm meslektaşlarımızın okuması için yayınlıyoruz.

Haklı taleplerimiz

$
0
0
Haklı taleplerimiz

Göreve Başlama Derecesi ile Assubay MYO İntibakları faklı konulardır. MYO İntibaklarının TBMM Genel kurulunda kabul edilmesi, diğer taleplerimiz için de kapının açılmasını sağlamıştır.

926 sayılı TSK Askeri Personel Kanunu Madde 137'nin 4 üncü fıkrası (c) bendindeki '' Astsubay meslek yüksek okulu mezunları ve kendi nam ve hesabına fakülte, yüksek okul veya meslek yüksek okulunu bitirerek temel askerlik eğitiminde başarılı olup astsubay çavuşluğa nasbedilenler, EK - VIII/A sayılı cetvele göre 9 uncu derecenin birinci kademesinden göreve başlarlar.'' ibaresinin;

''Astsubay meslek yüksek okulu mezunları ve kendi nam ve hesabına fakülte, yüksek okul veya meslek yüksek okulunu bitirerek temel askerlik eğitiminde başarılı olup astsubay çavuşluğa nasbedilenler, EK - VIII/A sayılı cetvele göre 9 uncu derecenin ikinci kademesinden göreve başlarlar.'' 

şeklinde değiştirilmesi için verilecek Kanun Teklifi/Kanun Tekliflerinin siyasi parti Milletvekillerince TBMM'ye verilmesi, bizlerin de takip ve baskı yapması sonucunda, iktidar partisinin de konuya sıcak bakması halinde TBMM Genel Kuruluna getirilebilir.

TEMAD Genel Başkanı Sn.Ahmet KESER'in çeşitli platformlarda dile getirdiği ve belgesini gösterdiği bir konuyu burada birkez daha ortaya koyalım. Rütbe Bekleme Süresi 5 (Beş) yıl olan Binbaşıların durumuna bir bakalım;

Binbaşı (1nci yılında) = 2/1

Binbaşı (2nci yılında) = 2/2

Binbaşı (3ncü yılında)= 2/3

Kd.Binbaşı (4ncü yılında) = 1/1

Kd.Binbaşı (5nci yılında) = 1/2

Yarbay olduğunda 1nci derecenin 3ncü kademesini hiç çalışmadan geçerek 1/4'e ilerliyorlar.

Yani 2 (Kademe) birden almış oluyorlar.

NOT: Aşağıdaki tablonun tarihinin önemi yoktur. Önemli olan bahsedilen konunun cetvelde açıkça görülmesidir. 

maas toblosu

bagri 3

S O N U Ç: Bir tarafta hiç çalışmadan 2 (İKİ) Kademe birden alanlar varken Assubayların ''Gaspedilmiş'' hakkını vermemekteki ısrar nedendir?

fahrettin bagriSağlıklar dilerim...

 

Fahrettin BAĞRI 

E. Maliye Asb.

TSK'da 30 Ağustos Takıntısı ve Sicil Affı

$
0
0
TSK'da 30 Ağustos Takıntısı ve Sicil Affı

Suç cezasız kalmaz, ancak ömür boyu süren ceza da olmaz…!!!

Assubayların başbelası, haksızlığın katmerleşmiş olanı, maddi-manevi ‘’İşkence Aracı’’ 926 sayılı Askeri Personel Kanunu"ndaki ‘’ALEYHDE NASIP DÜZELTİLMESİ’’ meselesine bir kez daha bakalım. Son çıkan ‘’Disiplin Kanunu’’nun uygulamaları hakkında bilgim yok. Elimizde mevcut olan bir istatistiğe göre bu uygulamaya maruz kalanların %65'i Assubay.

NEDİR BU ALEYHDE NASIP DÜZELTİLMESİ BİR ÖRNEKLE AÇIKLAYALIM VE DEVAM EDELİM :

Makam ve memuriyet itibariyle emretme selahiyetini haiz olan ‘’AMİR’’ , kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat göstermediğinizi ve ‘’Disiplin Mahkemesi’’ aracılığı ile alacağınız cezanın kendisini tatmin etmeyeceğini düşünerek ASKERİ MAHKEME’de yargılanmanız için gerekli işlemleri yapar ve soluğu, savcı ve hakimlerinin ‘’Askeri Hakim’’, başkan ve üyelerin ise sınıf subaylarının olusturduğu ASKERİ MAHKEME’de alırsınız. İddianame okundu, soru soruldu falan filan derken hoooop savcının ‘’Tutuklama Talebi’’ gereği karar yüzünüze okundu ve bu kez de soluğu tutuklu olarak Askeri Ceza ve Tutuk Evi’nde aldınız. Bir-iki duruşma daha oldu ve ‘’Gerekçeli Karar’’la 3 ay HÜKÜMLEŞMİŞ CEZA aldınız.

Bu arada hemen ‘’TUTUKLU AYLIKLARI’ndan kısaca söz edelim; dedik ya, ‘’TSK’da, 4 duvar arasına girenlerin %65'i ASSUBAY’’ diye. İşte bu Asb.’lar tutuklu oldukları sürece aylıklarının 1/2'sini alıyorlardı. Ancaaak, ne zaman ki yüksek rütbeli TSK mensupları da 4 duvar arasına girmeye başladı, ‘’Tutuklu Aylıkları’’ 926 s. AS.PER.K. ortada ‘’Kabak’’ gibi duruyorken, 657 s. D.M.K.’nun Madde 141 — Görevden uzaklaştırılan ve görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınan memurlara bu süre içinde aylıklarının üçte ikisi ödenir. Madde hükmüne göre 2/3 olarak ödenmeye başladı. Demek ki kaderimizde bu da varmış…

Şimdi tekrar konumuza dönelim. 3 ay hükümleşmiş cezamızı ‘’Ceza İnfaz Kanunları’’ gereği de yerine getirilerek çektik ve çıktık. Bundan sonra çekeceğiniz azaplar, size ‘’Keşke ömrümün sonuna kadar ceza evinde kalsaydım’’ dedirtecek cinsten olacak. Öncelikle ‘’ALEYHDE NASIP DÜZELTİLMESİ’’ hakkında, Kuvvet K.’lığından gelecek yazı ile başlayalım (Bu yazı cezaevindeyken mi, yoksa çıktıktan sonra mı geliyor bunu bilmiyorum).

Bu NASIP DÜZELTME yazısı ÖRNEK olarak özetle; ‘’…şu, …şu nedenden dolayı ..şu, …bu kanunun bilmem ne maddesi gereği almış olduğunuz … ay hükümleşmiş cezanız nedeniyle 30 Ağustos 1978 olan Asb.Çvş.’luk NASBINIZ 30 Kasım 1978'e götürülmüştür.’’ formatındadır. ‘’SUÇ CEZASIZ KALMAZ’’ dedik ve kafamızın bir köşesine yerleştirdik.

Geldik ‘’Zurnanın ZART dediği yere’’: Komedi-İşkence-Azap-Başbelası-Önyargılar-Ötekileştirmeler buradan itibaren başlıyor. Hemen AS.PER.K.’daki ilgili maddelere bakalım;

    IV — Terfi zamanı:

    Madde 33 — Muvazzaf subayların terfileri her yıl 30 Ağustos Zafer Bayramı günü yapılır.(Değişik:10.5.2006–5497/2 md.)

    V — Terfi zamanı:

    Madde 81 –Astsubayların terfi zamanı hakkında 33üncü madde hükmü uygulanır. (926/81)

    ‘’TSK’da TERFİLER 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINDA YAPILIR’’

Tamam, güzel, günü gelince bayramı da seyranı da hep beraber yaparız ama sen benim NASBIMI hangi tarihe götürmüşsen o tarih geldiğinde bana 1 (bir) üst kademeden aylığımı öde. Bu verilecek kademeden dolayı rütbe mütbe istemiyorum, velev ki bu kademe ilerlemem dolayısıyla bir üst dereceye yükseleceksem (Örnek: 9/3'den 8/1'ne yükseliyor durumda isem) burdan hak edilen rütbeyi de bayram gelince takarız.

‘’Terfiler 30 Ağustos Zafer Bayramında yapılır’’ takıntısının NASIP DÜZELTMESİ olanlar için kaldırılmasını talep ediyorum. Yeknesaklık olması adına TSK’da bir üst rütbeye terfii edenleri böyle anlamlı bir günde bir araya getirmek ve tören yapmak şüphesiz anlamlıdır. Ancak nasbı aleyh’de 5–10 gün ileriye götürülenler için ömür boyu çekilen kayıp hem hukuksuz-antidemokratik, hem de ızdıraptır. Bugünkü teknolojide artık tüm personele ait pekçok bilgiye bir TIK’la ulaşılabiliyor. Dolayısıyla karışıklık olabilecek bir durum olmaz, sadece maliye-bütçe şubelerinin takip işi biraz artar ayrıca sıralı makamlara da kademe (varsa derece) onayı da gider…

Kanun Uygulayıcılar bana ‘’NASIP DÜZELTMESİ’’ yazısı göndermişti de onu aklımızın bir köşesine yazmıştık ya; bu yazıya göre, örneğin ben bu cezayı aldığımda 9ncu derecenin 3ncü kademesinde isem, 30 Kasım geldiğinde bir üst derece veya kademeden aylık alamayacaksam, bu yazının da hiçbir hükmü olmayacaksa neden zahmetler çekip bunu hazırladınız ve bana gönderdiniz?

Şimdi gelelim infazdan sonraki çekilen azaplara;

1) Özgürlükten men

2) Mahkumiyet süresince aylıktan men (Tutuklu/açık durumun varsa tutuklulukta ve açıkta geçen süreler içinde 2/3 aylık)

3) Ömür boyu 1 yıl geriye götürülmüş ALEYHTE NASIP DÜZELTMESİNDEN dolayı alt kademeden aylık almak (her ne kadar mahkümiyet günü kadar aleyhte nasıp düzeltmesi yapılsa da; TSK’da TERFİLER 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINDA YAPILIR takıntısı ile BAYRAMI bekliyorsun)

4) Önyargılı sicil amirlerinin, sicil verme zamanı geldiğinde kanaatlerini buna göre değerlendirmeleri

5) Yurdışı daimi görevler için ECL sınavlarından yüksek puanlar alsan da aday tercihinde asla ön planda olamamak

6) Sonraki yıllarda dosyan takdir yazılarıyla dolu olsa bile bunların karşılığını alamamak

7) Üstlerin ve durumu kavrayamayanların önyargıları

8) Süreç boyunca ve sonrasında çekilen psikolojik v.b. sıkıntılar…

Ç Ö Z Ü M : Ya sicil affı çıkarılmalı, ya da ALEYH’deki NASIP DÜZELTMELERİ hangi tarihe götürülmüşse derece/kademe ilerlemesi o tarihte olmalıdır. Böylece bir suçtan alınan ceza sayısı 8'den 2'ye düşmüş olur…

Assubayların derdi bir tane değil ki; onlarca konuda mağduriyetimiz var. Yeri geldikçe, elimizden geldiğince bunları dile getirmeye devam edeceğiz.

Tekrar ifade etmemiz gerekirse: Biz hiyerarşiye saygılıyız, ne daha fazlasını ne de imtiyaz istiyoruz. Bizler sadece adalet, eşitlik ve insan onuruna saygı istiyoruz…

fahrettin bagriSağlıklar dilerim...

Fahrettin BAĞRI

E. Maliye Asb.

Kapak Resmi : Mustafa AYTAR

Başbakana kumpas..... Milli Orduya Dinamit....

$
0
0
Başbakana kumpas..... Milli Orduya Dinamit....
Tazminatlar BAŞARILI HİZMET / BAŞARILI ASB. tazminatı adı altında Genelkurmay tarafından teklif edilmiş..Torba yasasına girmiş. Emekliler dahil, Kd. Bçvş.ları kapsıyormuş. Başka isim adı ile çıkarmak zorunda kalmışlar. Yoksa diğer kurumlar için emsal oluştururmuş...Ayrıca bunu sicil ile bağlantılı yapmışlar. Sicil sınırı net olmamakla beraber Asb. Çvş.luktan Kd.Bçvş. arası geçen sürede 90 sicil ortalaması olarak teklif edilmiş..
 
Yukarıda ki ifadeler, dün yani 12 Ocak 2015 tarihinde, 8 Mart ‘ ta yapılacak Komutanlık Astsubayları toplantısına ön hazırlık amaçlı toplantı sonrası Kuvvet Assubayları tarafından sızdırılmıştı. Daha önce de söylediğim gibi, biz sonuçlar üzerinden konuşuruz. Yukarıdaki ifadelerin doğruluğunu, bu gün yani 13 Ocak 2016 tarihinde ilgili milletvekilleri ile görüşerek teyit ettikten sonra yazıyorum.
 
BAŞLARKEN SORUYORUM, SN. GENELKURMAY BAŞKANIM…
 1. Şayet sicil şartı kabul görürse, bunun içinden nasıl çıkacaksınız ?
2. Siciller GİZLİ olduğuna göre, yeni bir düzenleme yapıp SİCİLLERİ halka mı açacaksınız ?
3. Mevcut çalışanlar da dahil, kimin hangi sicili aldığını bilemeyeceğine göre, tazminatlar için tombala mı çekeceksiniz ?
4. Bakın buradan söylüyorum, görev yaptığım tüm amirlerim bana yüz üzerinden sicil verdiklerini itiraf ettiler…! tüm Assubayların sicilini çalıştığı komutanların beyanına göre mi tanzim edeceksiniz ?
5. Yapacağınız düzenleme ile niyetinizi ortaya koydunuz. Biz size zaten güvenmiyorduk ki, kime tazminat vereceğinizi az çok anlıyoruz da, siz bizi anlıyor musunuz ?
6. Sizin anlayışınıza göre tazminat alacakların kim olduğunu buraya yazıyorum. Yatanın maaşına, çalışanın işine zam usuluyle, TSK ni liyakattan uzaklaştırıp, ehil köleler oluşturacağınızın farkında mısınız ?

 

BURADAN HANGİ SONUÇLARI ÇIKARACAĞIZ ?

 
1. Her zaman olduğu gibi Genel Kurmayın Assubayların sorunlarına yaklaşımında iyi niyetli olmadığını, ayrıca NASIL OLMAZ içinde bayağı çalıştıklarını görüyoruz.
 2. Genel Kurmay ve Kuvvet Astsubay ‘ larının, Astsubay ‘ ların sorunlarına yönelik değil, temsil ettikleri makamların sahiplerinin goygoyculuğunu yaptığını. ( Ordu ve daha alt kademede ki arkadaşlar bu ifadenin dışındadır )
 3. Tazminatlar konusu gündeme geldiğinden bu yana, Genel Kurmay Astsubay ‘ ının özellikle TEMAD karşıtı uzantılar marifetiyle, birkaç defa farklı tekliflerin sunulacağı yönünde el altından bilgiler sızdırıp, servis ettirdiğini biliyoruz. Onun amacının Assubayların kazanımlarına yönelik değil, emeklilik sonrası OYAK veya benzeri kurum / kuruluşlarda bir köşe kapma amaçlı, Assubayların hiçbir sorunuyla ilgili insiyatif almadığını, yine TEMAD karşıtı uzantıları kullanarak, çalışanları TEMAD aleyhinde kışkırttığını da biliyoruz. Ve hatta önümüzde ki dönem için Genel Kurmay karargâhında bazı uzantılarla bir araya gelerek, yeni dönem için Genel Kurmayın kontrol edebileceği bir TEMAD yapılanması için çalıştığını da çok iyi biliyoruz.
 4. Hepimiz hatırlıyoruz. MSB ‘ na iki defa açıklama yaptırdılar. Her defasında MSB nı boşa çıkarıp, yalancı durumuna düşürdüler. MSB nın o sebepledir ki, Assubaylar nazarında hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır.
 5. İşte şimdi aynı tazgah devrede. Sn. Başbakan meydanlarda söz verdi. Ne dedi ? Assubayların bütün sorunlarını çözeceğiz. Bu oligarşik yapı, MSB na yaptığı oyunu şimdi Başbakana oynuyor. Demek istiyorlar ki, ey Başbakan, sen değil altı, otuz altı meydan da konuşup söz versen de, biz bildiğimizi okur, daha önce MSB na yaptığımız gibi, seni de boşa çıkarırız.
 6. İNTİBAK yasasının çıkmasında Genel Kurmayın toplu iğnenin ucu kadar katkısı olmadığı gibi, engelleme çabasında olduğunu biliyoruz. Onun için askeri bir konu olduğu halde Savunma Komisyonunda görüşülmeden geçti. Girişimlerimiz neticesinde Plan Bütçe Komisyonunda görüşülerek hayata geçirildi. Çünkü, daha önce olduğu gibi şayet teklif Genel Kurmaydan gelseydi, nasıl olmaz noktasında tecrübeli olduklarından, onunda olmayacağı aşikardı.
 7. İNTİBAK çıktı. Çıktı çıkmasına da, Genel Kurmay bundan rahatsız oldu. Onun için diyorlar ki, biz size iki güzelliği bir arada yaşatmayız. Eğer sicil şartı kabul görürse, zaten sicilen birinci dereceye düşememiş ve intibaktan yararlanmış arkadaşlarımızı TAZMİNATTAN MAHRUM BIRAKMAK içindir.
 8. Bu gün ülkemizin içinde bulunduğu ve, dış mihrakların maşalarının ülkemiz üzerinde oyun oynadığı bir süreçte oluşan konjektörü fırsat bilip, nasıl olsa hükümet bizim teklifimizi kabul eder dercesine bir teklifin dayatıldığını,
9. Oysa, özellikle BALYOZ ve ERGENEKON davalarında TSK ' nin hırpalandığı halde, ve tüm hırpalanmışlığına rağmen ayakta kalan TSK personelinin yıllardır ötelenen sorunlarının tam da çözülmesi için Genelkurmay tarafından gerekli girişimlerin yapılmadığı gibi, sorunların üzerinin örtüldüğünü görüyoruz.? Peki, TSK ' ne kim sahip çıkacak. Bakın biraz ağır olacak ama, UGANDA ' konuyla hiçbir alakası olmayan kişiyi getirseler bu sorunlar çözülürdü.
 

 

PEKİ BUNDAN SONRA NE OLACAK ?
 
1. Biz TEMAD olarak, oynanan oyunu bozmak için yarından ( 13 Ocak 2015 ) itibaren, aynen İNTİBAK yasasının hayata geçirilmesi ile ilgili izlediğimiz politikayı devreye sokarak, bu oyunu bozmak için üzerimize düşeni daha önce olduğu gibi fazlasıyla yerine getireceğiz.
 
2. Askerlik hiyerarşi mesleğidir. Sicil sadece çalışırken bir takım konularda hiyerarşiyi yaşatma adına konmuş bir uygulamadır. Bunun özlük haklarına tahvil edilecek bir kıstas olamayacağını ve bunun hem hukuki hem ahlaki olmadığını tüm siyasi muhataplarımıza anlatacağız.
 
3. Sn. Başbakanın bu oyunu anlayacağını düşünüyorum. Yoksa meydanlarda oluşturduğu heyecanı hüsrana döndürmek isteyenlerin oyununa gelecektir ki, bu da onun hanesine bizler tarafından koskocaman bir EKSİ olarak yazılıp, kaydedilecektir..
 
NETİCE İTİBARIYLA…
 
Daha önce söylediğimiz gibi, Gen. Kur. da oyun, bizim tarafta da oyuncu bitmediği sürece dava gönüllüleri mücadeleye devam edecektir. Kimsenin zerre şüphesi olmasın.
 
HAKLARIMIZI ALMAK İÇİN ÇIKTIĞIMIZ BU YOLDA, asla bıkıp usanmadan, adamların bizi getirmek istediği psikolojiye yenilmeden HAKLARIMIZI ALACAĞIZ. Biz ulufe istemiyoruz, tüm oyunlara rağmen; tamamen anayasal, tamamen insani olan tüm HAKLARIMIZI A - LA – C A - ĞIIIIIIIZ….. Selamlarımla
 
Sami Başkaya
TEMAD Genel Başkan Yardımcısı

Tazminatlar keyfiyete bırakılamaz!..

$
0
0
Tazminatlar keyfiyete bırakılamaz!..
Tazminatlar konusunda ki yaşanan süreci bu gün aldığımız bilgiler ışığında yeniden değerlendireceğiz.
 
ÖLÜMÜ GÖSTERİP SITMAYA RAZI ETMEK
 
1. Genelkurmay ve Kuvvet Astsubay ‘ ları 12 Ocak 2016 tarihinde, birlikleri arayarak, tazminatların SİCİL şartı konarak MSB na gönderildiğini, sızdırmıştı. Biz de daha önce bu arkadaşların farklı bilgileri sızdırarak toplumun refleksini ölçmeye çalıştıklarını bildiğimizden, 13 Ocak 2016 tarihinde, konuyu tam içerik olmasa da SİCİL şartının olduğunu ilgili vekillerce görüşerek teyit ettikten sonra sizlerle paylaşmıştık.
 
2. Hep diyoruz ya, orada oyun bitmez diye. SİCİL şartı konduktan sonra anlıyoruz ki, bu konu önceden planlanmış. Kendilerince makul olacak, İKİNCİ KADEMELİ KIDEMLİ BŞÇVŞ ve 24 YIL şartları bilinçli konmuş. Ve en ağırı ve hukuksuz olanı yani SİCİL şartı sona bırakılmış.
 
3. Neden sona bırakıldığını bu gün bir yetkili ile yaptığımız görüşme de, kullandığı ifadelerin satır aralarında yakaladık. Makulmüş gibi olanı öner, bakın itirazlarınızı dikkate alarak düzenlemeden vazgeçtik mesajını ver. Sonra bize karşı VAZGEÇTİK ifadesini, siyasi iktidara EFENDİM BAKIN İŞTE, MAKUL OLAN ÖNERİLERİMİZ BİLE KABUL GÖRMÜYOR. Bir tazminat verilecek ama hiçbir şartı kabul etmiyorlar demek için, ayıplarına '' itirazınızı göz önüne aldık '' mesajını KALKAN yapma çaba ve oyunları.
 
4. Yetkili kişi bir AK PARTİ Milletvekili, ismini daha sonra kendisinin de olurunu alarak buradan duyuracağız. Kendisi, peki, tazminat için hiçbir şart olmasın mı diye sordu. Ben de kendisine, KIDEMLİ BŞÇVŞ ‘ luk yeterli şart değil mi ? İlla bir şart konacaksa, Yarbay ve Albay ‘ ın aldığı 6 ( Altı ) tazminat için konmuş en ağır şart konsun, kabulümüzdür dedim. Tabi Sn. Vekil sordu ? O tazminatlar da bir şart var mı ? Yok efendim yok. O altı tazminatta hiçbir şart yok dedim. Vekil, bir o yana bir bu yana baktı, Allah Allah diyerek şaşkınlığını dışa vurdu.
 
YANLIŞ HESAP BAĞDAT ‘ TAN DÖNER
 
Aynen Ata Sözünde olduğu gibi de; DÖNMÜŞ
 
1. Bakın değerli arkadaşlar. Genelkurmayın 24 Aralık 2015 tarihinde gönderdiği ve kamuoyunda adı Albay ‘ lara rüşvet olarak anılan düzenlemenin içinde; BELİRLİ ŞARTLARI TAŞIYAN ASTSUBAY VE EMEKLİLERİNE TAZMİNAT ÖDENMESİ SAĞLANMAKTA diyor ve tasarı daha birçok konuyu içeren hususlarla devam ediyor.
 
2. Peki, nerede ASTSUBAYLARA tazminat ? Bu bölüm, yani ASTSUBAYLARLA ilgili kısım; MSB Askeri Adalet İşleri Başkanlığının görüşünün değerlendirilmesi amacıyla, 12 Ocak 2016 tarihinde Genelkurmay Başkanlığına geri gönderiliyor. Geri gönderilme gerekçesi de; ANAYASA ve YASALARLA teminat altına alınan bir hakkın, KEYFİYETE bırakılamayacağı, tamamen SUBJEKTİF olan bu şartların hukuken uygun olmadığı ve ANAYASA ‘ nın EŞİTLİK İLKESİ ile bağdaşmadığından MSB Adalet İşleri Başkanlığının belirttiği gerekçeler çerçevesinde; yeniden düzenlenerek gönderilmesi isteniyor.
 
3. insanın kanı donuyor. Arkadaşlar kendini öyle bir şartlandırmış ki, illa kendi dayattıkları şartlar uygulansın. Öyle ki, 12 Ocak 2016 tarihinde geri gönderilen ve yasal çerçeve gözetilerek yeniden düzenlensin denen bölüm, hiç inclenmeden, belki zarf dahi açılmadan, yine 12 Ocak 2016 tarihinde yukarıda bahsettiğimiz SİCİL şartlı düzenleme gönderiliyor.
 
4. Tabi daha sonra bunu görüyorlar. Ne yapacaklar ? MİNAREYİ ÇALAN KILIFINI HAZIRLAR sözünde olduğu gibi, yine Assubaylar için BOŞ, Komutanlar için HOŞ adam olan; Genelkurmay Assubayı, birlikleri ve daha önce ortak hareket ettikleri birkaç emekli uzantıyı arayarak, Sn. Komutanımız çok çalıştı. Assubaylar için en güzel olan uygulamayı iktidara kabul ettirdi. Sesinizi çıkarmayın. Teklif bu haliyle geçsin, sonra herkes mahkemeye verip dava açarak bu hakkı elde etsin. Bak sen..! Tabi sadece bunu söylemiyor. TEMAD ‘ ın faaliyetleri hakkında bir yığın asılsız ifadelerle çalışanların hassasiyeti üzerinden TEMAD ‘ a olan husumetini kusuyor. Defalarca uyardık. Senin işin TEMAD ‘ ın faaliyetleri değil. Bulunduğun makamda TEMAD sayesinde oturuyorsun. Sen bırak TEMAD ‘ ı çalışanların sana ilettiği sorunları Komutanlığa ilet. Unutma TEMAD aynı zamanda senin de temsilcin, senin de haklarını savunuyor. Ama bu arkadaş sahibinin sesi olmaya devam ediyor. Assubayların sorunlarını komutanlığa iletmek yerine, komutanların ne kadar çok çalıştığını, ne kadar iyi olduğunu Astsubaylara anlatıyor. Geç kardeşim bunları. Parlatmaya çalıştığın komutanların, ha paso sınıfta çakıyor. Sen neyin peşinde, kimin derdindesin ?
 
OLMAYACAK ŞEYLERLE UĞRAŞACAĞINA, OLANLARDAN DERS AL
 
1. Geçmişten kurtulmadıkça, geleceği de planlayamazsınız. Dünya değişiyor, her şey değişiyor. Değişmeyen tek şey, yaklaşık 65 yıldır, vesayetin en katı temsilcileri olan ve Genel Kurmayında üstünde olduğuna inandığım Oligarşik General Yapısı.
 
2. Bu oligarşik yapı, bırakın TSK ‘ ni, daha düne kadar tüm ÜLKE ‘ yi kendilerinin zanneden hastalıklı bir anlayışın zaman zaman tezahür eden kalıntılarıdır. Bunlar her şeyi bilir. Her şeyinde sahibidir. Onlar belirler senin hayat standartını. Ne kadar verirlerse o kadarıyla yetineceksin. Oysa biz, hak arayan ve haksızlıkla mücadele ederken zaten hakkımız olmayan hiçbir şeyi ne ister, ne de aklımızdan geçiririz. ATATÜRK ‘ e maaşının ne kadar olmasını sorduklarında, ÖĞRETMEN kadar diye cevap veriyor. Ya siz ? Bir öğretmenin 30 yıl çalıştıktan sonra alabildiği emekli ikramiyesinden daha fazlasını hem de hiçbir şeye yaramadığınız halde ( Bu ifade LİYAKATSIZLIK olarak deklare edildiği için işe yaramıyorlar ) ) bir kalemde almaktan bile utanmıyorsunuz. İstisnalar bu ifadelerimden muaftır.
 
3. Bazı arkadaşlarımız, yaşanan sürece uzun süredir tanık. Diyorlar ki, bunlar bize bir şey vermez. Evet doğru. Bu güne kadar yapmadıkları, bundan sonra da yapmayacaklarının garantisidir. Zaten verecek olsalardı bizim ana sorunlarımızın her on yılda bir tanesini çözerek ortadan kaldırırlardı. Onun için vermezler demeyeceksiniz. Çünkü onların istediği de bu değil mi ? Bizleri yenilmişlik ve umutsuzluk psikolojisine sokmak. Evet, onlar vermeyecek, vermediler. O zaman sloganımız şu; HAKLARIMIZI ALMAK İÇİN ÇIKTIĞIMIZ YOLDA, Yaşananlar karşısında bazen; PES DİYECEĞİZ ama ASLA PES ETMEYECEĞİZ. Anamızın AK SÜTÜ gibi hakkımız olan ve Devletimizin bizlere hizmetlerimizin karşılığı olarak vereceği TAZMİNATIMIZI, asla ama asla; hiçbir ŞART ve KEYFİYETE bırakmayacağız.
4. Biz HAKLIYIZ. Gücümüzü de haklılığımızdan alıyoruz. Ölen Albayın eşine onca tazminatı verenleri, bu gün CİZRE ‘ de, SUR ‘ da, HAKKARİ ‘ de ve terörün tüm hızıyla devam ettiği bu günlerde, ülkenin birlik ve geleceği için canını feda eden Assubay ' ına vermemek için kırk dereden su getirten zihniyeti ŞİDDETLE kınıyorum. Unutmayın, bir aile elinde ki ekmeği bölüşmüyorsa, gün gelir o ekmeğin tamamını elinden alırlar. Uzak değil, o günler de adım adım geliyor. Onlar direnmeye devam etsinler. Aziz NESİN ‘ in dediği gibi, DU BAKALİ, N’ OLCEK…!
 
Selamlarımla..
 

Sami Başkaya

TEMAD Genel Bşk.Yrdc.

Gözlüklerin gizi (Fikret Kemal Tekin)

$
0
0
Gözlüklerin gizi (Fikret Kemal Tekin)

“Atın eskimiş gözlüklerinizi atın. Size yeni, bambaşka, gıcır gıcır gözlükler getirdim.” Adamın biri, elinde bir megafonla meydanda avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

Yerler ıslak ve kaygandı. Bu soğuk kış gününde kar, tipi, bora, eşikte beklerken ne gözlüyüydü bu?

Onu dinleyenler bunun bir reklam olduğunu, asıl satılan şeyin gözlük olmadığını düşünüyorlardı. Kimi bir ısıtma aygıtının ancak gerçek gözlerle ayırt edilebileceği reklamına, kimi soğuktan koruyucu giyecekler reklamına, kimi de ıvır-zıvır bir malın alışagelmiş bir pazarlama tezgâhı olduğuna yorumluyordu. 

Az sonra meraklı, kuşkucu bakışlar altında meydandaki adam, önündeki yığılı kutulardan renkli renkli gözlükler çıkarıyordu.

“Yemin ederim dün Ankara’da bu gözlükler kapış kapış edildi. Koş vatandaş. Bana çıkmaz deme. Al, al, al. İşte fırsat. İşte mucize...”

Gözlükçü adamın etrafı bir anda sarıldı. Meydan ana-baba gününe döndü. Kuşkulu meraktan kimse üşüdüğünü anlamıyordu.

“Tüh, tüh, tüh, yuh, yuh, yuh, yazık yazık deyip, cıkcıklayarak ayrılanların yerini, önündekileri, yanındakileri itekleyerek kalabalığı yara yara yeni gelenler alıyordu.

“Al vatandaş, al! Gözlük deyip geçme. Bu gözlüğü takanlar bir daha çıkaramıyor. Kimi yakını görür, kimi uzağı.

Yaşlı bir adamı kolundan tutup yanına çekiyor.

- Mesela şu bey amca!

Adamın gözündeki gözlükleri çıkarıp atıyor. Kendi gözlüklerinden birini takıyor.

- Hah şöyle, nasıl bey baba? Nasıl vatandaş? Daha güzel durmadı mı gözünde?

Hep bir ağızdan bağırıp tempo tutuyorlar:

- Yakıştı yakıştı, süper oldu süper büyükbaba.

- Öyle basit bir iş değil bu gözlüğü takmak. Şu süper büyükbabanın kim bilir ne büyük dertleri vardır? Bu soğukta, şu karlı, boralı havanın debdebesinde, ne işi var burada? Şu üstündeki paltomsu şeye bakın. Bu paltomsu şey bu süper büyükbabayı korur mu?

- Korumaz korumaz, çok doğru, yaşa, korumaz.

- Ama bu gözlük ona üşümesini unutturacak. Çünkü ben büyükbabaya mucize bir gözlük verdim. Gözlük deyip geçmeyin. Heey vatandaş bu gözlükler her derde devadır. Ne zaman üşüdün, acıktın bu gözlüğü takacaksın. Ne zaman kızdın, köpürdün, küplere bindin hemen gözlüğü takacaksın. Kendini motive edeceksin. Ben aç değilim, çok şükür benim bir derdim yok diyeceksin. Bu mucize gözlük sana her şeyi unutturacak. Takacaksın gözlüğü geçip gideceksin.

Saçları üç numaraya vurulmuş, gür bıyıklı iri kıyım bir adam:

- Hiç kimse kızmayacak, hiç kimseye kükremeyecek miyim? Acıkmayacak, üşümeyecek miyim?

Bir hamlede çemberi yarıp, gözlükçüyle burun buruna geldi hemen bir gözlük kaptı.

- Evet, beyim aynen öyle. Takacaksın gözlüğü geçip gideceksin. Ama bu taktığın gözlüğe bağlı.

Hafiften kar atıştırmaya başlamıştı.

- Nasıl yani? Dedi, şaşkın iri kıyım adam.

Gözlükçü bir hamlede kırmızı bir gözlük aldı. Adamın gözüne taktı.

- Yeşili, kırmızısı, turuncusu, pembesi, siyahı var bu gözlüklerin.

Adam aval aval gözlükçüye bakıyordu.

- Bak şaşkın abim, şimdi yağan bu kar ne renk?

Adam başını havaya kaldırdı, “kırmızııı”, dedi.

- Hadi canım. Kırmızı karın yağdığı da nerede görülmüş, dedi bir kadın.

Gözünde gözlüğü olan adam:

- Valla billa da kırmızı hanım abla.

- Bak gördün mü şaşkın abim. Anladın mı gözlükteki kerameti?

Adam sevinçle başını salladı. Hemen cebine sarıldı.

- Kaç para bu gözlük, dedi.

- On milyon sayın abim.

- Aaaa hadi be sen de! Yani bu dandik gözlük on milyon mu şimdi?

- Hanım ablama bak. On milyon nedir hanım abla? Milyarlar versen karın kırmızı yağdığını göremezsin.

Kalabalıktan coşkulu sesler yükseldi:

- Çok doğru, çok doğru, vallahi çok doğru, göremezsin, göremezsin.

Paralı eller gözlükçüye bir bir uzandı.

- Koş vatandaş koş! Sen de al! Her derde çaredir bu gözlükler. Daha demin okulları dolaştım. Yöneticiler yeşil gözlükleri kapış kapış aldılar. Öğrencilere bir bir dağıttılar. Koş, koş, al, al, al.

Yaşlı bir adam elindeki bastonunu sallaya sallaya gözlükçünün yanına geldi. Onu kolundan tutup yanına çekti. Kulağına eğildi.

- Yahu efendi oğlum malum ya bana hangi gözlüğü tavsiye edersin.

- Aman bey baba sorduğun şeye de bak. Sana bir camı sarı, bir camı kırmızı gözlük vereceğim.

Kulağına eğildi:

- Bunu tutti furittilerde takacaksın, tutti furittii.

Yaşlı adam parayı sevinçle gözlükçüye uzatıp; tuttii furutti, tuttii furutti diye bağıra bağıra oradan uzaklaştı.

Sakallı cüppeli bir adama yeşil, siyah montlu bereli üçgen sakallı, bir kulağı küpeli olan gence kırmızı, genç bir kıza pembe, yoksul giyimli bir kadına sarı gözlük verdi.

Gözlükçü adam, gözlükleri üçer beşer neşeli, gür, sesiyle satıyor, paraları ceplerine, koynuna indiriyordu. Bas bas bağırıyordu.

- Koş vatandaş koş! Al, al, al. Bu gözlüğü takanın ne derdi kalıyor ne kederi. Her derde devadır bu gözlükler. Yeter ki nerede, ne zaman, hangi gözlüğü takacağını bil. Bu gözlüğü takanlara açılmayacak kapı yoktur. Daha demin bir sürü şirket dolaştım, bir çok siyah gözlük sattım.

Kutular tek tek boşalıyordu. Birçok paralı eller gözlükçüye uzanıyordu. Yeşil, kırmızı, pembe gözlükler kapışılıyordu.

Kar iyiden iyiye bastırdı. Kimisi tozpembe görüyordu karı, kararan havayı, kimisi yeşil, kırmızı, sarı, turuncu...

Birden iki adam yumruklu, küfürlü, kartoplu bir dövüşe tutuştu. Bazen biri üste çıkıp altındakini yumrukluyor, bazen alttaki üste çıkıp altındakini. Kan ter içinde kaldılar. İkisi de bitkin bir haldeyken bir adam geldi yanlarına. Adam okumuş, görmüş, olgun birine benziyordu. Koltuk altında birkaç kitap vardı. Kara, tipiye, boraya ve kararan havaya karşı meydan okuyan bir duruşu vardı. Yüzü ışık saçıyordu. Yerde soluk soluğa kıvranan iki adamın gözleri parladı. Bir sıçrayışta kalktılar. Eli kitaplı adama yaklaştılar.

- Bu kar kırmızı, dedi biri. Yeşil, dedi öteki.

Eli kitaplı adam önce havaya, sonra yere sonra da iki şaşkın adamın yüzüne bakıp güldü.

Yeşil gözlüklü adamın gözlüğüyle, kırmızı gözlüklü adamın gözlüğünü değiştirdi.

İki şaşkın adam önce havaya, sonra yere, sonra da hayretle eli kitaplı adamın yüzüne baktılar.

Adamın gözlüğü yoktu.

Fikret Kemal Tekin/Balıkesir

Orduya Kumpas: ABD Ve AB- Metin Aydoğan

$
0
0
Orduya Kumpas: ABD Ve AB- Metin Aydoğan
“20.Yüzyılın ilk elli yılı Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasının yol açtığı değişikliklerle geçti. 21.Yüzyılın ilk elli yılı da Türkiye’nin alacağı doğrultuyla şekillenecektir... 21’nci yüzyıl, Türkiye'nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl belirleyeceğine bağlı olarak şekillenecektir.”
Bill Clinton-Amerika Birleşik Devletleri Başkanı
 
28 Şubat Süreci
Türk Silahlı Kuvvetleri, 12 Mart ve 12 Eylül parantezlerinden sonra 28 Şubat 1997’de başlayan süreçle, yeni bir döneme girdi ve doğrultusunu, kurtuluşa giden yola çevirdi; Kemalizm’e yöneldi.
28 Şubat, sanıldığı gibi, Milli Güvenlik Kurulu’nun hükümeti gericiliğe ve bölücülüğe karşı uyarmasından ibaret değildi. Türk Devrimi’ni tamamlayacak demokratik bir devinim ve ulus devleti içte ve dışta savunmaya yönelen bir atılımdı. Amerikalılar bu açılıma, Post Kemalist Girişim” adını vermişti. Türk Silahlı Kuvvetleri, 28 Şubat Kararlarıyla, doğrultusunu herkesin anlayabileceği bir biçimde Kemalizme döndürmüştü.
Türkiye, aynı yıl Milli Güvenlik Kurulu ile Milli Siyaset Belgesini (MSB), Genel Kurmay ile de Milli Askeri Strateji Kavramını (MASK) değiştirdi. Batıyı rahatsız eden ve kaynağını Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anlayışından alan bu yöneliş, küresel güç odaklarının tepkisini çekmemesi olanaksızdı.
 
Bölge Merkezli Dış Politika
28 Şubat’la başlatılan yeni yöneliş, Sovyetlerin yıkılmasıyla NATO’nun işlevini yitirdiğini saptıyor, Türkiye’nin Rusya başta olmak üzere komşularıyla barışçı ilişkiler kurması gerektiğini söylüyordu. Batıyla ilişkilerin sürmesini ancak aynı zamanda Doğuya da yönelmesini gerekli görüyordu.
Üst düzey komutanlar, ordunun Atatürkçü politikaya dönüşünü gösteren açıklamalar yapıyordu. Uygulamaya dönüşen bu açıklamalar, halka umut ve yön veriyor, Türkiye’de ulusal duyarlılık gözle görülür biçimde yükseliyordu.
Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun2001 30 Ağustosu’nda yaptığı açıklama yeni yönelişin en açık bildirimiydi. Şunları söylüyordu: “30 Ağustos Zaferi, Türklerin Anadolu’daki bin yıllık varlığına son vermeyi hedefleyen bir kalkışmayı ezen son yumruktur. Bu zafer, Ulu Önder Atatürk’ün ‘ya istiklal ya ölüm’ şiarıyla kendini bulan bir milletin, azim ve iradesinin bir ödülü ve dünyanın esir milletlerine bağımsızlık mücadelelerinde onlara örnek oluşturan bir zaferdir”.1
 
Harp Akademileri ve Seminerler
Harp Akademileri Komutanlığı, 11–12 Ocak 2001 tarihinde, “Avrupa Güvenlik Ve Savunma Kimliği, Avrupa Birliği ve NATO İlişkilerinin Geleceği, Türkiye’ye Etkileri” konulu bir tartışmalı oturum (sempozyum) düzenledi. Açış konuşmasını yapan Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Nahit Şenoğul şunları söyledi. “Dünyanın hassas ve karmaşık durumu karşısında, Türkiye yeni politikalar ve stratejiler belirlemek durumundadır. Eğer Türkiye, bulunduğu coğrafyadaki tarihi; kültürel, siyasi, ekonomik ve askeri birikimi ve gücünden kaynaklanan potansiyeli kullanarak, proaktif (geç kalmayan bir ataklık y.n.) davranıp yeni politikalar ve çözümler üretmediği takdirde, başkaları tarafından üretilmiş çözümleri ve hareket tarzlarını, küçük pazarlık marjları ile kabul etmek zorunda kalacaktır”. 2
Bu mükemmel saptamadan sonra, “Soğuk Savaş Sonrası Güvenlik Anlayışında Dönüşüm” başlıklı bir bildiri sunan Silahlı Kuvvetler Akademisi Komutanı Tuğgeneral Halil Şimşek, günümüz sorunlarından kurtulmanın yolu olarak, Atatürk’ün 1930 yılında yaptığı saptamaların bugün aynen geçerli olduğunu söyledi. Şimşek’in küreselleşmeye yönelik saptaması ise şöyleydi: Ekonomik gücü üstün olan devletlerin desteklediği yeni küreselleşme stratejisinde kuralsız, kurumsuz ve yozlaşmış yönetimlerin egemen olduğu ülkelerde bölünme; bilim ve teknoloji ile desteklenen kurallı ve kurumlaşan ülkelerde ise bütünleşmenin olacağı anlaşılıyor. Bu gelişmeler gelecekte çatışma ve bölgesel savaşlara da neden olacaktır” 3
Harp Akademisi Komutanlığı bir yıl sonra “Türkiye’nin Çevresinde Barış Kuşağı Nasıl Oluşur” konulu bir sempozyum daha düzenledi. Burada konuşma yapan Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılıç şunları söyledi:Türkiye’nin, mümkünse Amerika’yı gözardı etmeden, Rusya ve İran’ı da içine alacak biçimde bir arayış içinde olmasında fayda buluyorum”4
 
Türkiye’nin Gücü
28 Şubat kararları ve sonraki Kemalist yükseliş, Washington ve Brüksel’in duymak bile istemediği gelişmelerdi. Türkiye onlar için denetim altında tutulacak ve elden çıkmasına asla izin verilmeyecek” bir ülkeydi.Türkiye, sahip olduğu Kemalist mirasla; Batı için, ne zaman patlayacağı belli olmayan bomba gibiydi. Ne pahasına olursa olsun, ordusu başta olmak üzere, ekonomi ve siyaseti denetim altında tutulmalıydı. Bunu, işin başında, Türkiye’ye girdikleri 1949 yılında saptayıp açıklamışlardı.
21.Yüzyıl’a girerken,ABD Başkanı Bill Clinton, Türkiye için şu değerlendirmeyi yaptı: 20.yüzyılın ilk elli yılı Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasının yol açtığı değişikliklerle geçti. 21.yüzyılın ilk elli yılı da Türkiye’nin alacağı doğrultuyla şekillenecektir...21’nci yüzyıl, Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl belirleyeceğine bağlı olarak şekillenecektir”.5
Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Daniel John Bendit, Türkiye’nin Bağdat Yolu” adını taktığı Kemalist yola girebileceğini, bu yönelişin ulus devleti güçlendirerek Avrupa'dan vazgeçilmesi” anlamına geleceğini söyledi. Böyle bir durumun, Avrupa için büyük bir kayıp olacağını ileri sürdü.6
 
Söylemler
Ordu’daki Kemalist yönelme, Batıyı telaşlandırmış, her yönden açık ya da örtülü saldırıya geçilmişti. Basında hemen her gün orduyu karalayan yalan haberler çıkıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Doğu Anadolu’da köyleri bombaladığı, Kürtleri toplu olarak katlettiği, bunu yapanların yargılanması gerektiği söyleniyordu.
Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun resmi, Avrupa’da tren istasyonlarında yere yapıştırılıyor, halkın resme basarak geçmesini sağlanıyordu. ABD Senatörü Bred Sherman, Türkiye’de Kürtleri korumak için ABD’nin silahlı güç kullanmasını istiyordu. Fransa Kültür Bakanı Jack Lang, Kürt halkını savunmak için Kosova’da yaptığımızı Türkiye’de yapacağız diyordu.7
ABD Hava Harp Akademisi Türkiye Masası Şefi Albay Michael Robert Hickok, Türkiye’deki yeni yönelişlerden duydukları rahatsızlığı açık biçimde dile getiriyordu.Hickok’un Pentagon’a verdiği rapor, kumpasın nedenini açıklayan belge gibiydi. Şunları söylüyordu: Kararların Washington ya da Brüksel’de değil Ankara’da belirlenmesi, Milli Askeri Strateji Kavramı’nın Birleşik Devletler’e sorulmadan değiştirilmiş olması ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin post–Kemalist dış politika denemesi, Ankara’yı daha az güvenilir bir güvenlik ortağı yapmaktadır. Türkiye’nin ihtiraslı Ulusal Güvenlik Stratejisi ve kanıtlanmış askeri yetenekleri, tüm bölgede joe-politik yeni bir yapılanmayı zorlamaktadır…” 8
Hickok’un söylemi, Türk ordusuna karşı girişilen eylemler, tutuklamalar, hapisler ve tasfiyelerle anlam kazanmıştır.
 
Emperyalizmin Korkulu Rüyası: Kemalizm
Batı, Kemalizmin Türkiye’de işlerlik kazanmasından o denli korkmuştu ki, korkunun yarattığı telaşla, yapamayacakları şeyleri bile dile getiriyor, Türk Ordusu’na karşı gözdağı politikası uyguluyordu. Kemalizm ve onun silahlı gücü orduyu 1919’dan beri kendileri için en büyük tehlike olarak görmüşlerdi. Bu tehlikeyi yok edip Türkiye’yi istedikleri biçime getirdiklerine inandıkları bir dönemde, Kemalizmin özüne yönelen ve çağa uyan bir ulusal yükselişle karşılaşmışlardı.
Yetmiş beş yıl aradan sonra ortaya çıkan bu gelişme, kendileri için o denli önemliydi ki, bunu, 21’nci yüzyılda dünyaya yayacakları küresel egemenlik önündeki en büyük engel olarak görüyorlardı. Bunda da haklıydılar. Türkiye bu yönelişte başarılı olursa, adına küreselleşme denilen emperyalist yayılmaya karşı seçenek oluşturabilir, dünya halklarına 20.yüzyıl başında olduğu gibi yeni bir örnek oluşturabilirdi. Büyük bir çekince olarak değerlendirdikleri bu olasılığı, en yetkili ağızlardan açıklıyorlardı.
 
İhanet Saldırısı
Washington’un planlayıp, iktidarla Fetullahçıların birlikte uyguladığı ve 2008’den sonra devreye sokulan dış bağlantılı kumpasın ana nedeni, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki bu önemli yönelişti.
Washington ve Brüksel, Türkiye’nin NATO’ya girdiği 1952’den beri onlarca yıl, ordunun Atatürk’e yönelmesini önlemek için her türlü yöntemi kullanmıştı. 12 Mart, 12 Eylül’le yaygınlaştırılan, Eşref Bitlis ve başarısız Hüseyin Kıvrıkoğlu suikastlarıyla üst noktaya çıkarılan yıkıcı girişim, 28 Şubat 1997 sürecini önleyememişti. Atatürkçü yükseliş ordu ve bağlı olarak halk içinde büyük bir hızla yayılıyordu. Bu gidişe asla izin verilemezdi.
Dışardan yapılan gözkorkutma girişimleri, etkili olamadı. Seçilmiş işbirlikçiler aracılığıyla içerden saldırıldı ve Dünya tarihinde örneği olmayan bir biçimde, ordu kendi ülkesinde sırtından bıçaklandı. Orduya yön veren yurtsever komutanlar, toplumsal yılgınlığa yol açacak bir şiddetle cezalandırıldı.
Kumpasın sorumluluğu, bir kaç hakim ve polis üzerinden, iktidarla çıkar kavgasına giren cemaatin” üzerine yıkıldı. Gerçek suçlulardan yani Washington’dan, Brüksel’den ve bunların siyasi işbirlikçilerinden söz eden pek olmadı. Oysa, kumpası tasarlayıp uygulatan merkezler buraları, uygulayan ise yönetim gücünü ele geçiren işbirlikçilerdi. Bu gerçek, yeterince ele alınmadı, neden ve sonuçlarıyla yeterince tartışılıp halk bilgilendirilmedi.
 
DİPNOTLAR
1           Aydınlık, 03.09.2001
2           “Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Sayın Nahit Şenoğul’un Sempozyum Açış Konuşması”, sf.8
3           “Soğuk Savaş Sonrası Güvenlik Anlayışında Dönüşüm” Tuğgeneral Halil Şimşek, sf.1
4           http://arsiv.sabah.com.tr/2002/03/08/p01.html
5           “Clinton’u Nasıl Okumalı?” Ali Sirmen, 11.11.1999 Cumhuriyet
6           “Europa İstdie Letzte Utopie”, Daniel Cohn Bendit, Tageszeitung, 03.11.2000, ak. Aydınlık, 26.11.2000
7           Mine G.Kırıkkanat, Milliyet 29.05.1999
8           “Stratejik Ortaklık Neden Öneriliyor?” Attila İlhan, Cumhuriyet 22.11.2000

KAYNAK : kuramsalaktarim.blogspot.com.tr/2016/01/orduya-kumpas-abd-ve-ab.html


Astsubaylarımızı anlamaya çalışalım!

$
0
0
Astsubaylarımızı anlamaya çalışalım!
Bir ordunun gücünün çağdaş silah ve sistemlerden kaynaklandığına inanılır… Bu bir ölçüde doğrudur ama eksiktir! Asıl güç kaynağı, çelik yığınlarına ruh ve anlam kazandıran her rütbedeki askerdir. Bu ruhu ise ancak dayanışma duygusu yüksek ve birbiri ile kenetlenmiş bir ordu kazandırabilir!Böyle bir orduda kutsal silah arkadaşlığı en büyük değerdir… Hiyerarşi, otorite ve disiplin baskı ve zorlama ile değil, kendiliğinden işler. Çünkü amir-mahiyet, ast-üst ilişkilerinin kökeninde sevgi, saygı ve gönül beraberliği yatar… Astsubaylar muvazzafı ile emeklisi ile bugünlerde devletten bir müjde bekliyor…
 
BİR ADIM ATILDI AMA…
 
Daha rahat ve huzurlu görevlerde çalışan Meslek Yüksek Okulu (MYO) 9/2 lisans mezunu devlet memurları var. Bunlar 8’inci derecenin birinci kademesinden göreve başlıyorlar… Yanlış anlaşılmasın! Onların kazanılmış haklarını kalben destekliyorum. Ama en ağır ve zorlu görevlerde çalışan astsubaylar bu haktan mahrum bırakılıyorlar…
 
Hükümet bir adım attı ve intibak yasası çıkardı. Ancak konuya sistem bütünlüğü açısından yaklaşılmadığından, bazı noktalar eksik bırakıldı ve sorun tam olarak çözülemedi! Yüksekokul mezunu astsubaylarımızın durumu bütünüyle göz ardı edildi. Böylece bazı astsubayların sorunları kısmen çözülürken, büyük bir kesim mağdur edildi. Böylece iyi niyetle çıkarılan intibak yasası, maalesef yeni bölünmelere, yeni çatlaklara neden oldu…
 
Ayrıca astsubaylar yüksek rütbelerdeki subaylara ödenen temsil tazminatından da mahrum bırakılıyor… Astsubay Kıdemli Başçavuş rütbesinden sonra onlara da böyle bir hakkın tanınması bu kesimin aidiyet duygusunu güçlendirecektir…
 
ASTSUBAYLAR NE YAPIYOR?
 
Astsubaylar lisans düzeyindeki Meslek Yüksek Okulu (MYO) mezunudur…Emir verildiğinde hizmet bitene kadar görev yaparlar! Nöbet, tatbikat, gece eğitimi ve özel görevler nedeniyle ayda ortalama 4-6 gün 24 saat esasına göre hizmet verirler. Tüm bu faaliyetleri için tek bir kuruş bile fazla mesai ücreti almazlar. Ayrıca, sefere/tatbikata çıktıklarında evlerinden uzun süre ayrı kalırlar… Teröre karşı mücadele nedeniyle yaz-kış dağda yatanları düşünürseniz, bütün bunlar çok büyük bir sosyal fedakârlık değil midir?
 
Göreve özlük hakları açısından haksız bir başlangıç, emeklilik dönemini de etkileyen ciddi ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Ama daha da önemlisi, bu yurtsever kitle kendisini devletin şefkatli kollarından mahrum hissetmektedir.
 
ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEM
 
Hiç kuşkusuz önümüzdeki dönemde Türkiye’nin en önemli ve öncelikli meselesi güvenliktir. Ateş çemberi ile kuşatılmış ülkemize yönelik risk ve tehditler her geçen gün daha da kritik bir boyut kazanmaktadır! Sırtını emperyalist merkezlere dayayan kanlı terör örgütü PKK ile mücadele bütün hızı ile devam etmektedir. Bu çerçevede TSK’nın her açıdan desteklenmesi hem milli bir görev hem de yaşamsal bir zorunluluktur… 
TSK içindeki dayanışma duygularını güçlendirmek üzere astsubayların temel sorunlarına ivedi çözümler bulmak hayati bir önem arz etmektedir. Bu kapsamda atılacak ilk adım, astsubayların göreve başlangıç derece ve kademesini hakkaniyetle yeniden düzenlemektir. Ayrıca tazminatlar konusunda da beklenen adımlar atılmalıdır. Devlet bütün şefkatiyle muvazzaf ve emekli astsubaylarımızı kucaklamalı ve onları mutlu etmelidir… Astsubaylarımızın gelecek kaygıları bütünüyle giderilmelidir! Böyle bir durum TSK içinde dayanışma bağlarını güçlendirecek, moral ve motivasyonu yükseltecek ve sonuçta harekât etkinliğini artıracaktır… 
Türk Devletine, Türk Milletine ve TSK’ya da yakışan budur!
 

 

Emekli Amiral Soner Polat
 

Demografik Savaş! Hasip Sarıgöz

$
0
0
Demografik Savaş! Hasip Sarıgöz

Irak'tan geldiler,

Afrika'dan geldiler,

Araplardan geldiler,

Suriye'den geldiler,

Şarktan geldiler, garptan geldiler, geldiler...

Kim geldiyse, geç dedi bizim hükümet!

Ne kayıt tutuldu, ne kontrol yapıldı!

Oysa Türkiye, bu Hükümet dönemine kadar geçen 90 yıllık dönemde, toplamda sadece iki milyon mülteci kabul etmişti.

Son üç yılda ise, üç milyon mülteci!!!

Yüz bine yakın mülteci yine sınırımızda!

Dışişleri Bakanı'na göre; Halep civarından gelenlerin sayısı 1.000.000'u bulabilir!

Ekonomik yapımız bozuluyor!

Kültürel yapımız bozuluyor!

Siyasal yapımız bozuluyor!

Ahlak yapımız bozuluyor!

Suriye'den gelen birçok küçük kızın, ailelerinden para karşılığı satın alınıp zorla kuma veya metres yapıldığını biliyor musunuz?

Suriye'li birçok çocuğun dilenci mafyasının eline düşüp dilendirildiğini bilmiyor olabilirsiniz!

Peki ya aileleri tarafından her köşe başında dilendirilen zavallıları görmüyor musunuz?

Yakın zamanda ise, birçok suç örgütünün maşası olarak yine bu mültecileri görmeye hazır olun!

İçişleri Bakanlığı Araştırma ve Etütler Merkezi'nin verilerine göre:

*Dil, kültür ve yaşam tarzı farklıkları toplumsal uyumu güçleştirmektedir. 

*Yerel halk arasında çok eşlilik yaygınlaşmakta, buna bağlı olarak boşanma oranları artmaktadır.

*Çocuk işçiler yaygınlaşmaktadır. 

*Etnik ve mezhepsel kutuplaşmayı tetikleyebilecek zemin oluşmaktadır. 

*Çarpık yapılaşma artmaktadır. 

*Bazı sınır illerinde demografik yapının değişmesinin yarattığı kaygı söz konusudur. 

*Demografik yapıda (doğurganlık oranı, nüfus artış oranı) değişim ortaya çıkmaktadır.

Hepsinden geçtim, DEMOGRAFİK YAPIMIZ BOZULUYOR!

Nasıl mı?

Hadi gelecek bir milyonu ve diğerlerini geçelim, sadece şu anda ülkemizde olan üç milyonu ele alalım.

Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi'nin yaptığı araştırmaya göre:

*3 milyon Suriyeli'nin sadece 1 milyon 758 bini kayıt altına alınmış durumda. Diğerleri kayıtsız!

*Son üç yıl içinde, Türkiye'de toplam 100 BİN SURİYELİ BEBEK DOĞDU. Bunlar kayıtlı olup bilineni. Ya bilinmeyen doğumlar?

80 bin nüfusa sahip Osmaniye'de 25 bin, 128 bin nufusu olan olan Kilis'te 86 bin Suriyeli yaşıyor!

T.C. İçişleri Bakanlığı Araştırma ve Etütler Merkezi verilerine göre, halen Türkiye'deki Suriyeli nüfus toplam nüfusun %3'ünü oluşturuyor.

Bugün üç milyon olan Suriye'lilerin nüfusu; Cumhurbaşkanımızı dinleyip sadece üçer çocuk yapmaları halinde bile sadece iki kuşakta yani yaklaşık 20 yılda 27-30 milyon civarına ulaşıyor!

Bölücü Kürtçülerin doğum oranı ise aile başına ortalama beş çocuk!

Ve tabi bir de diğer etnik kökenlerden gelen sığınmacılar ve mülteciler var. Bu arada ülkemizdeki Ermeni, Yezidi, Süryani ve Keldani gibi unsurları da unutmayın.

Büyük şehirlerimizde göze çarpan zenci oranının gün geçtikçe arttığını fark etmiyor musunuz?

İçimizdeki irlandalılar yıllardır içimizde birer ayrık otu gibi yayılmakta ve her yeri ele geçirmekte değil midir?

Bebek Katili Öcalan'ın "Ya silahına sarıl, ya karına sarıl" talimatı boşuna mıdır?

Günümüzün en etkili savaşlarından biri de DEMOGRAFİK SAVAŞTIR!

Türkiye ise bu savaşın tam ortasındadır.

Uygulamalara bakıldığında odur ki, bu savaşta Türk Hükümeti Türk milletinin yanında değildir!

Çünkü DEMOGRAFİK YAPIMIZ DEĞİŞTİRİLİYOR!

Neden mi?

Nüfusumuz bozularak nüfuzumuz bozulacaktır (yok edilecektir)

Sevgiyle ve uyanık kalın.

Hasip SARIGÖZ

Hulusi Akar'a Açık Mektup

$
0
0
Hulusi Akar'a Açık Mektup

Sayın Genelkurmay Başkanımız,

Şu anda bölücü teröre karşı müthiş bir mücadele verdiğinizi biliyoruz. Ve bu mücadelede, özel birlikler ve komando birliklerinin en ön safta olduğunu, bu birliklerin, subay, astsubay ve uzman çavuşlardan oluştuğunu biliyoruz.

Belki binlerce kez yaşanan şu manzarayı bir kez daha hayal etmenizi diliyorum. Enes Demir Üsteğmen ile Doğukan Tazegül astsubay aynı yıkıntıların altında koyun koyuna kan kaybederken dışarıda onları çıkarmak için canlarını dişlerine takan subay, astsubay ve Uzman Çavuşlar…

İşte bu silah arkadaşlığının resmidir.

Bu manzara, “kanınız yerde kalmayacak” yeminleri eden her rütbeden askerin zihnine bir mıh gibi kazınmıştır.

Bu Türk Ordusu’nun resmidir.

Bir de şu manzarayı hayal etmenizi diliyorum.

O çatışmadan çıkan üç silah arkadaşı, bir teğmen, bir astsubay ve bir uzman çavuş hep birlikte orduevine geliyorlar. Kapıdaki görevli şöyle diyor: “Uzman çavuşumuz giremez…” Ya da “teğmenimiz giremez” ya da “astsubayımız giremez!”

Bu Türk Ordusu’nun resmi değildir, olmamalıdır.

Daha dün o kanlı sokaklarda koyun koyuna can verirken silah arkadaşıydılar da yemek yerken, bir bardak çay içerken değiller mi?

Bu hafta Kayseri Orduevi’nin girişinde bu saçma kuralın acımasızca işlediğine tanık oldum.

Sadece subay ve astsubayların girebileceği ama uzman çavuşların ya da ailelerinin giremeyeceği söyleniyor gelenlere…

Sayın Komutanım!

Lütfen yıkın bu Ortaçağ gericiliğini!

Kaldırın bu ayrımı!

Biliyorum, belki bu yazıyı okuyanların bazıları “bu kadar önemli işin arasında bunlarla mı uğraşacağız” diye sığ bir düşünceye kapılabilirler.

Yanlıştır.

Şu anda cephede savaşan askerin en büyük gücü, silahları ya da arkasındaki zırhlı araçlar değil, savaşma istek ve kararlılığıdır.

Kayseri Komando Tugayı, sadece subay, astsubay ve Uzman çavuşlardan oluşan ve bölücü teröre kırk yıldır en fazla can veren birliklerin başında geliyor.

Bu birliğin en büyük gücü moralidir. Bu uygulama sadece bu bakımdan bile ölümcül bir yanlıştır.

Sayın Komutanım!

Yedi düvele karşı, birlik mücadelesi veren Ordumuza bu ayrımcılık yakışır mı?

Lütfen kaldırın bu yakışıksız uygulamayı.

Bırakın her yerde silah arkadaşı olsunlar, bırakın birlikte oynasın çocukları! Bırakın aynı koltuklarda otursun, birbirlerini tanısın eşleri. Bırakın yan yana can veren eşleri için yan yana ağlasınlar!

Sayın Genelkurmay Başkanımız!

Sayın Komutanımız!

Belki bunu yapmak için şu anda fiziki imkânsızlıklar var. Belki mevcut sosyal tesisler bütün yurtta bu uygulama için yeterli değil.

Bütün Türkiye’de, Bütün garnizonlarda yapamasanız bile an azından Komando Tugayları ve Özel Birliklerin olduğu yerlerde başlayın yapmaya. Bunun için tesise ihtiyacınız yok. Bu bir eşitsizlik de doğurmaz, tam aksine bir eşitsizliği ortadan kaldırmaya bir şekilde başlanmış olunur…

Size sesleniyorum, durdurun bu Ortaçağ gericiliğini!

Kaldı ki, Türk Ordusu’nun Ortaçağında bir böyle bir şey yoktu, Hun İmparatoru Attila askerleriyle birlikte yemek yerdi.

Oktay Yıldırım

ulusalkanal.com.tr

http://www.ulusalkanal.com.tr/hulusi-akar-a-acik-mektup-makale,5237.html

Botlar ve Tazminatlar (?)

$
0
0
Botlar ve Tazminatlar (?)

Tuğgeneral Aydoğan Aydın botlarla ilgili,  " Su geçirmez, kaymaz, koku yapmaz bir yapısı oldu." dedi...”” BASINDAN ”

Bizdeki yapıyla 30 yıl sonra gelmiş olsa da iyi. 1 General 2 Albay tanıttığına göre mesele mühim. Su Geçirmez, Kaymaz, Koku Yapmaz (?)   Bu yapıda kokuyu ne derece saklar ancak orası şüpheli.

* * *

Koku baştan ayağa yayılmış sana 6 tazminat. Assubaya hiç...

Tam da verildi verilecek derken bir sürü engel derece, kademe, sene, ek gösterge.

Yılların bu kokusunu ne bot nede son sistem elbiseniz saklar...

* * *

Su geçirmez ama zulüm geçirir, senin ayağını kaydırmaz ama Assubayın ayağını kaydırır. Sağa baktın 3 puan, yan durdun 4 puan botun boyasız 2 puan... Disiplin Kurulu sonra Askeri Mahkeme kuvvetle muhtemel ihraç...

* * *

"Dost başa düşman ayağa bakar" sözü açısından “Bot” işi çok önemli. Şehit Assubayın cebinden “6 lira 35 kuruş” çıkıyorsa bu  iş  çok, çok sıkıntılıdır. İnsan  faktörü  gelişmiş  ülkelerde malzeme ve teçhizattan  çok önemli...

* * *

Bir de Assubaylara odaklansanız?  

Tazminatına, Hakkına, Sosyal yaşamına?

Botu anlattığınız gibi  1 General ve iki Albay’la.

Albaya erken gitsin diye 50 Bin lira vereceğiz olayında olduğu  gibi.

30 yıl sonra gelen bot. Üretici Firma kime ait ortakları kimler  acaba..

Selçuk İÇER

05434753600

selcuk.icer@hotmail.com

Assubaylar Toplantısı- Orhan Kaya

$
0
0
Assubaylar Toplantısı- Orhan Kaya

Genelkurmay Başkanı Org. Özel'in döneminde 03.05.2012 ve 12 Şubat 2014 olmak üzere Assubaylar ile ilgili iki toplantı düzenlenmişti.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın, ilk, Genelkurmay Başkanlığınca düzenlenen Assubaylar Toplantısının ise 3’üncüsü 7-9 Mart 2016 tarihleri içerisinde düzenlendiğini basından okuduk.

Basında yer alan Genelkurmay kaynaklı haber şu şekildeydi:

Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığından toplam 185 Komutanlık Astsubayının katılımı ile 07-09 Mart 2016 tarihleri arasında Genelkurmay Başkanlığı Karargâhında TSK Komutanlık Astsubayları Semineri gerçekleştirildi.

Anıtkabir ziyaretinin ardından başlayan seminerde; TSK'nın bütüncül yapısında astsubay mesleği ve kurumsal bağlılık, liderlik ve etkili iletişim, kurum içi iletişim konuları görüşüldü.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, seminer faaliyetlerinin ikinci gününe katılarak astsubaylara hitaben yaptığı konuşmada Komutanlık Astsubaylarına rol model olarak düşen önemli görevler olduğunu belirterek birlik beraberlik ve aidiyet duygusunun önemini vurguladı. (1)

***

Korgeneralliğinin son zamanlarından başlayarak assubay sorunlarını dünya çapında inceleyen komutan olarak bilinen Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar’ın konuya bakışı çok olumlu, görülüyor.

Yıllardır bekleyen Assubay intibaklarının gerçekleşmesindeki katkısı, camia tarafından memnuniyetle karşılandı.

Son toplantıda basında geçmeyen bazı konular ise şu şekilde geçmiş:

Emekli, çalışan kıdemli başçavuş ve kıdemli binbaşılar için 440 liralık bir tazminat,

Çalışan assubaylar için, sicil ortalaması 90 ve üzeri olanlara çalıştığı sürece 335 liralık bir Başarı Tazminatı'nın Hükumete teklif edildiği,

Genelkurmay Başkanlığınca, intibaklar için gerekli bütçenin 200-300 milyon lira olduğu, ancak Maliye Bakanlığı verilerine göre 500 milyon liranın gerçekleşmesi nedeniyle yeni tazminatların bütçeye aşırı bir yük getireceğinin belirtildiği, ancak konunun takipçisi olduklarını,

Kıdemli Assubaylar Yönergesinin MSB’de onay safhasında olduğu, yönergenin onayından sonra Kolordu ve Tugay Assubaylarının resmileştirileceği gibi bilgilendirmeler yapılmış.

İşin özü, tazminatların verilmesi Ak Parti Hükumetine bağlı.

Değişik yönleriyle ele aldığımız ve halen de yazılmakta olan adaletle yakından alakalı konuyu, hiçbir yorum yapmadan, sadece, duyarlılıkla takip etmeye devam edeceğiz.

Orhan KAYA

Dipnotlar:

Kaynak : Önce Kültür 

İki Çatı Altında, İki Yıl - Mustafa Sevimli

$
0
0
İki Çatı Altında, İki Yıl - Mustafa Sevimli

Çok yıllar önce, bir yerde; “Çehreler maziden bihaberdir, ama hatıralar daima onu yâd eder.” yazılı bir söz okumuştum. O gün, bu gündür bu sözü zaman zaman hatırlarım, değişik nedenlerle. Bu nedenler çoğunlukla beni alır, zaman öncesine taşır. Kâh hüzünlenir, kâh hoş duygular yaşarım, yeniden…

Geçen hafta içinde, sitemizde yayında olan “KUYU” başlıklı yazısını okuduğumuz, Sayın Meslektaşımız, Emekli Deniz Astsubayı Mehmet Ali KILINÇ ile görüştük. Bir günlük bir ziyaret için İzmir’e gelmişti.

Bu görüşme, kendi anlatımıyla “İki çatı altında, iki yıl” dan sonra ilk karşılaşma idi. Bir yıl Beylerbeyi Deniz Astsubay Okulu’nda, bir yıl da Derince Makine Sınıf Okulu’nda 1968~1969 ve 1970~1971 yıllarında, iki çatı altında bulunmuştuk. O yıllardan bu yana araya, 42 yıldan fazla bir zaman girmişti. İnternet ve telefonla haberleşmelerimiz oluyordu. Yüz yüze tekrar karşılaşmak, ancak herhangi bir nedenle olabilecekti. Kim bilir ne zaman…

İzmir’de karşılaştığımız ilk anda internetteki fotoğrafların yardımıyla birbirimizi bilebildik, tabi ki. Simalar çok değişmişti şüphesiz. Hep var olan, geçmişi anımsatan bir şeyler kesinlikle vardı. Ses tonu, bakışlar, yüzdeki yıpranmış olsa da geçmişten gelen bazı izler, biraz da tebessüm… Geçen zamanın büyüklüğü ve özeti; belki de sadece “dede olmakla”  anlatılıyordu. Yirmili yaşların zarifliğinin yerini alan; beyazlaşmış veya dökülmüş saçlar, yorgunca bakışlar ve yıllara inat hâlâ gülümseyen bir yüz seçilebiliyor.

O yılların dal gibi bedenine, belirgin birer göbek yer etmiş, her birimizde, genellikle…

Ufak tefek dediğimiz bazı sağlık sorunlarımıza karşın; kendimizi yine de sağlıklı görüyor, göbeklerimizi de seviyoruz. Ekli fotolarda görüldüğü gibi…

Sağlıkla nice güzel günlere… Hep birlikte… Tekrar görüşebilmek umuduyla…

Mustafa SEVİMLİ 

Mart 2014 - İZMİR

kilinc 1  kilinc 

Nusaybin- Hasip Sarıgöz

$
0
0
Nusaybin- Hasip Sarıgöz

Türkiye'nin Güneydoğu'sunun en güneyi...

Sınıra sıfır...

Taş atsan Suriye'de, Suriye'den taş atılsa Nusaybin'de...

Nusaybin-Suriye arasında tüneller...

Nusaybin'de evden eve, sokaktan sokağa ve caddeden caddeye yine tüneller...

Bu tüneller yolu ile teröristler Suriye'den takviye alıyorlar!

Hem silah, hem mühimmat, hem de en azılısından Kobani'de yetişmiş terörist takviyesi!

Yani, altı tüneller üstü barikatlar şehri!!!

nusaybin

Üstelik bu barikatlar Sur'dakilerin neredeyse dört katı daha kuvvetli!

Bu yüzden tank topu tuzaklı barikatları dağıtmaya yetmiyor!

Yollar mı?

Her yer hendek!

Öyle bildiğiniz cinsten devenin zor atlayacağı hendeklerden falan değil!

Bunlar tank hendeği!

Bu yüzden tanklar istenildiği anda mahalle ve sokak aralarına giremiyor!

Evler, sokaklar caddeler ger yer patlayıcılarla doldurulmuş, öyle böyle değil tonlarca patlayıcı!

Buradaki terörist de Sur, Cizre ve Silopi gibi yerlerden biraz farklı...

Hemen çatışmaya girmiyorlar...

Uzak duruyorlar ve geri çekiliyorlar...

Çekildikleri evlere de askerimiz veya polisimiz girdimiydi...

Patlatıyorlar!!!

Yüzlerce kiloluk patlayıcının etkisiyle yıkılan evleri güvenlik güçlerimizin üzerine yıkmaya çalışıyorlar.

Nusaybin'de çarpışan kahramanlarımızın çok büyük bir bölümü Sur'daki cehennemden sağ çıkmayı başaran kahramanlar...

Tecrübeliler...

Kararlılar...

Ama gelin görün ki, onların da bir sinir sistemi var, yani onlar da etten ve kemikten... Onların da beklentileri, bekleyenleri ve özlemleri var.

Kısacası onlar da insan.

Ve bu insanlar 80-90 gün süren cehennemi bir ortamın ardından ve hiç dinlenmeden şimdi de adına Nusaybin denilen bir can pazarının içindeler...

Çatışmalarda bir arkadaşını, bir personelini veya bir komutanını / amirini şehadete uğurlamayan neredeyse yok gibi!...

İşte bu kahramanlar vardiya aralarında dinlenme ve barınma amaçlı olarak kurulan çadırlarda kalıyorlar.

Sonra yeni bir vardiya ve yeni bir can pazarı...

Birçoğuyla birebir görüşüyorum.

Sakın yıldılar sanmayın.

Hepsi daha bir bilenmiş keskin birer bıçak...

Gözleri çakmak çakmak... Biraz uzaktan bakarsanız sanırsınız ki her biri birer savaş tanrısı...

Her biri zulme set, zalime kıyamet...

Her biri Ali'ye mecal ve Yezid'e ecel...

Şimdiye kadar olduğu gibi şimdiden sonra da başarılı olacakları Allah'ın izniyle kesin.

Yüce Allah asker kılmıştır, büyük Türk milletini, ilahi görevidir, boynuna mukaddes bir yüktür. Şimdiye kadar olduğu gibi şimdiden sonra da dünyanın neresinde bir Yezit, hangi köşesinde bir nemrut var ise onu en son bir Türk mezara gömecektir.

Bunda şüphe yok.

Lakin, gelin görün ki; bu bahtısız topraklar her gün insan öğütüyor!

Canlarımızı, bizim evlatlarımızı öğütüyor!

Hani derler ya "Mevzu bahis olan vatansa, gerisi teferruattır"

İşte bunu artık devletimiz göstermek zorunda.

Füze mi kullanacaksınız?

İnsansız "Kamikaze"leri (uçan ve hedefini bulduğunda hedefe kamikaze dalışı yapan akıllı mühimmat) mi uçuracaksınız?

Yoksa F 16'lara mı yol vereceksiniz?

Angajman, mangajman... Artık yüreğimiz böyle sınırlamaları kabul etmiyor...

Ne yapacaksanız, bir an önce....

Yoksa Huzur-u Mahşerde şehitlerimizin elleri iki yakanızda olacak!

Bunu da böyle bilin.

Hasip SARIGÖZ

hasip


Terörle Mücadelede Jandarma!

$
0
0
Terörle Mücadelede Jandarma!

Şu anda Cizre, Silopi, Sur gibi yerlerde yürütülen mücadelenin baş aktörü Jandarma. Buralar polis bölgesi olmasına rağmen özel harekât polisleri Jandarma özel harekât taburlarının emrinde hareket etmekteler.

3Arazide yapılan operasyonların da yine en önde gideni JÖH'tür. En çok giden de JÖH'tür. En kritik yerlere giren de JÖH'tür.

Jandarma Özel Harekât Taburları Türkiye'nin en seçkin birlikleri değildir elbet. Özel kuvvetler, piyade komando tugayları, sas-sat komandoları, havadan indirme-yerden kaldırma komandoları, "klavye komandoları", "bordo klavyeliler" gibi çok daha seçkin birlikleri vardır aslında Türkiye'nin ama iş ciddiye bindi mi, silahlar gerçekten konuşacaksa orda sadece Jandarma vardır, Jandarma özel harekât yani JÖH vardır.

Türkiye'yi İstanbul başta olmak üzere sadece şehirlerden ibaret gören bazı bazı halkımıza, basınımıza, devlet büyüklerimize, devlet küçüklerimize falan sorsanız Jandarma nedir diye, pek beklentiyi karşılayan bir cevap ver-e-mezler. O çok kıymet verdikleri terörle mücadelenin yüzde 90'ı Jandarmanın sırtına yüklenmiş durumdadır ama bunu pek kimse dile getirmez. İlginçtir jandarmalar da pek dile getirmez.

Memleketin dağlarında, ovalarında, Cudi'de, Gabar'da, Kato'da, Hakkâri’de, Tunceli'de... (komando andı gibi oldu) evet ama gerçekten de "her zaman ve her yerde" Jandarma vardır. Yani aslında sadece Jandarma vardır.

2Devletin pratisyen hekimi bile zorla gönderebildiği, öğretmenini ilk atamada 26. tercihten ancak gönderebildiği, sıfır km. hâkim-savcı-kaymakamlarla yönetmeye çalıştığı o ismini duyunca ürperdiğin ilçelere, mezralara 40 yaşındaki Jandarma binbaşı, 45 yaşındaki başçavuş, uzman jandarma çavuşu 3.-4. şark görevi olarak gider. Tabi kimse bilmez Jandarmanın asgari 3, ortalamada da 4 defa doğu görevine gittiğini. TSK'nın diğer kuvvetlerinde görev yapanlar bile pek bilmez bu durumu.

En çok tayin gören de jandarmadır, yaptığı göreve en az kıymet verilen de Jandarmadır. En çok hor görülen de yine ne yazık ki Jandarmadır.

1Her gün Jandarmanın yaptığı operasyonlar üzerinden açıklamalar yapan genelkurmay bile jandarma'yı 4. kuvvet olarak sayıp saymamakta tereddüt eder zaman zaman. İlginç değil mi? Jandarma bu ülkenin son 35-40 yılının gündemini oluşturan terörle mücadelenin yürütülmesinde hep en ağır yükün altına giren taraf olmasına rağmen yine hep mücadelesine kıymet verilmeyen, hor görülen, dışlanan, yok sayılan konumunda kalmıştır. Terör biraz hafifledi mi jandarmanın kapatılması bile gündeme gelmiştir. Jandarmayı kapatalım diyenler ortalık karışınca yine en ön safa jandarmayı sürmekten de hiç hicap duymamıştır.

Jandarma'yı en güzel Atatürk tanımlamıştır bana göre."Jandarma, her zaman yurt, ulus ve cumhuriyete aşk ve sadakatle bağlı; tevazu, fedakârlık ve feragat örneği bir kanun ordusudur."Atamızın da bahsettiği "fedakârlık ve feragat" örneği olmaya devam edilir ama bence bu kadar "tevazu" yeter. Jandarma artık isimsiz kahraman modundan çıkıp devletin en önemli ve hayati kurumlarından birisi olduğunun farkında olarak hareket etmelidir.

Facebook GÜÇLÜ TEMAD GÜÇLÜ ASSUBAY Grubundan Sn. Davut Kuyucu’nun paylaşımından alınmıştır.

Davut Kuyucu’nun Özel Notu : JANDARMA O.S. KARDEŞİMDEN ALINTIDIR....

 ( Diğer kuvvetlerde görev yapanlar alınmasın lütfen, içini dökmüş)

https://www.facebook.com/groups/288234258054315/permalink/493643290846743/

 

 

Dost mu? Düşman mı? - Hasip Sarıgöz

$
0
0
Dost mu? Düşman mı? - Hasip Sarıgöz

Azıcık tarih bilenler bilir,

Anadolu kendisine güçlü sahipler ister!

Ve yine tarih bilenler bilirler,

Anadolu kadim bir devletler mezarlığıdır!

Maalesef ki, güçlü olmayı başaramayan her millet bu mezarlığa gömülmekten kurtulamamıştır!

Yaklaşık bin yıldır, tarihi olayların da ortaya koyduğu üzere değişmeyen bir gerçeklik vardır ki:

Anadolu Türk yurdudur.

Türk ise sıcaktır, yumuşak huyludur, fedakârdır, olabildiğince hoşgörülü ve merhametlidir.

Canına, malına, ırzına, namusuna, vatanına ve milletine dokunulmadığı sürece efendi’dir.

Ancak bu mefhumlardan birine ilişmeye kalkanların karşısında da efe’dir.

Anadolu Türk’ün kadim yuvasıdır.

İyi niyetle gelenler için sıcak bir dost evi, mükemmel bir misafirhanedir.

Lakin Türk’ün değerlerine zarar verenler, Türk’e efelenenler ve kılıç çekme gafletine düşenler için ise tarihi bir mezarlıktır.

Bu bugüne kadar böyle olmuş, bundan sonra da böyle olacaktır. Bunu bilenler bilmiş ve saygı göstermiş, bilmeyenler ise her defasında çok acı tecrübelerle öğrenmişlerdir…

Lakin, bu günlerde sorgulamadan edemediğimiz garip olaylar da yaşanmaktadır.

07 Haziran seçimlerinden bu yana meydana gelen çatışmalarda verdiğimiz şehit sayısı Kıbrıs Barış Harekatında vermiş olduğumuz şehit sayısını yakalamış durumdadır.

Dün yine 8 evladımızı bu mübarek topraklara kurban verdik!

Kolay değil hani...

Gözyaşlarımızı içimize akıtarak! Yüreklerimize kara taşlar basarak ve bu nurdan yıldızlarımızı Türklük galaksisinin en güzel yerlerine gönüllerimize asarak...

Kıbrıs'ta verdiğimiz 498 şehit karşılığında Kıbrıs'ın en azından yarısını yeniden vatan yaptık ve büyük Türk milletine üzerinde ay yıldız dalgalanan yeni bir Türk Devleti hediye ettik.

Peki burada ne kazandık?

Vatan topraklarını vatan toprağı olarak tuttuk...

Evet doğrudur.

Lakin yine de şeytanın gör dedikleri ve sağ duyunun bil dedikleri var.

Görünüşe göre biz IŞİD ile tam bir düşmanız!

Kilis her gün vuruluyor! 

Boşaldı! 

Hayalet bir şehre döndü!

Biz ise Rus korkusundan uçaklarımızın burunlarını dahi çıkaramıyoruz!

Durum böyle olunca da, Suriye sınırları içinde bulunan IŞİD teröristlerini sürekli olarak OBÜS'lerle vuruyoruz.

Valla biz yapılan açıklamaların yalancısıyız ve görünüşe göre de oldukça başarılıyız.

Çünkü her gün neredeyse 30'lu, 40'lı ya da 50'li, 60'lı gruplar halinde IŞİD teröristlerini yok ediyoruz.

Ne güzel değil mi?

Yani IŞİD ile amansız bir savaş halindeyiz!

İşte böyle bir ortamda, IŞİD militanları daha iki gün önce Suriye sınırımızın 50 metre önünde ve gözlerimizin içine baka baka mayın döşediler.

Hem de sınır nöbetçilerimizin ve dahi habercilerin kameraları karşısında, canlı yayında yani...

Siz, düşman olduğunuz bir kuvvete; gördüğünüz her yerde saldırıp yok etmez misiniz?

Ama bizde tık yok!

Öyle ise soru: IŞİD Dost mu? Düşman mı?

Gelelim madalyonun diğer yüzüne,

ABD'nin PYD'ye silah, mühimmat ve asker desteği verdiği bir gerçek! Adamlar bunu açıkça kendileri söylüyorlar!

Devlet yetkililerimiz ise en yetkili ağızdan PKK ile PYD'nin bir olduğunu ve düşmanımız olduğunu deklare ediyorlar.

PYD'ye verilen silahların başta Nusaybin hattı olmak üzere birçok bölgeden PKK'ya akltarıldığı, en zaından PKK ile paylaşıldığı da biliniyor!

Daha iki gün önce Cuhurbaşkanımız demedi mi= "Ankara'nın elinde, PKK'nın çok yakında kırsalda saldırılara başlayacağı ve bu dönemde geçen yıllardakinden farklı şekilde, ağırlıklı olarak uzun menzilli roket ve füzeleri kullanacağı yönünde çok ciddi istihbarat bilgileri var." 

(http://www.gazetevatan.com/murat-celik-944011-yazar-yazisi…/)

(http://turknews.ca/abd-pkkya-stinger-verdi-hedef-turkiye)

Daha dün Kobra tipi bir helikopterimiz düştü, 8 de askerimiz şehit edildi. Helikopterin atılan bir stinger füzesiyle vurulduğu ise iddialar arasında...

Bugünlerde neredeyse her gün, Kuzey Irak'ta bulunan PKK hedeflerine hava harekatları düzenleniyor...

Fakat PYD hedeflerine, Kobani'ye ve diğer PYD bölgelerine yine tık yok!

Bir 29 Ekim günü Kobani'ye geçirilen Peşmerge sürülerini ise unutmuş değiliz.

Öyle ise ikinci soru:

PYD Dost mu? Düşman mı?

OYAK'ta Ordu Dönemi Bitti...

$
0
0
OYAK'ta Ordu Dönemi Bitti...

Türkiye’nin en büyük holdinglerinden OYAK’ta garip şeyler oluyor.

Garip şeyler, 6 Mayıs’ta Yönetim Kurulu Başkanı  Ömer Necati Özbahadır’ın sürpriz bir şekilde istifası ile başladı. Özbahadır görevde birinci yılı doldurmuştu ve daha iki yıllık süresi vardı.

Altı gün sonra ebediyen orda kalması beklenen Genel Müdür Coşkun Ulusoy holdinge veda etti.

Ulusoy’la beraber holding genel müdür yardımcıları Nihat Karadağ,  Dinç Kızıldemir, Hülya Atahan ve Ergun okur şirketten ayrıldılar.

“Başkalarını da göndereceklerdi ama bir anda herkesi yolluyor durumuna düşmemek için ara verdiler” dedi üst düzey bir OYAK’lı.

Temasta olduğu kişiler Ereğli Demir Çelik Genel Müdürü Ali Pandır’ın her an gönderilmeyi beklediğini söylüyor.

Ulusoy 16 yıldır OYAK’ı çelik bir elle ve büyük bir gizlilik içinde idare ediyordu.

Ona yakın bir kaynağa göre 2017 başında görevi bırakmayı düşünüyormuş ve bunu patronlarına bildirmiş.

Ulusoy 16 yıldır OYAK’ı çelik bir elle ve büyük bir gizlilik içinde idare ediyordu

“İstifanı öne çek, dediler” dedi kaynak; “Herhalde hazırlıklarını yapmışlardı ki Coşkun Bey  Ankara’daki holding binasında personele veda konuşmasını yaparken yeni genel müdürü yanındaydı.”

Yeni genel müdür Başbakanlık Ekonomik, Sosyal ve Kültürel İşler Başkanlığı’nda yönetici olan Süleyman Erdem’dir.  

Linked-In profiline göre 35 yaşındaki Erdem bürokrasiye 2004’te başbakanlıkta Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı sırasında girdi. Beş yıl bu görevde kaldıktan sonra,  2009’da murakıp  olarak Cumhurbaşkanlığı’na transfer oldu. Orada YÖK ve başka eğitim kurumları ile ilgili araştırmalara katıldı. Ardından Başbakanlığa döndü. 2012-2014 yılları arasında Tanıtma Fonu Genel Sekreterliği yaptı.

OYAK’a genel müdür atanmadan önce Başbakanlık uzmanı olarak görev yapmaktaydı.

Erdem altın yürekli ve granit gibi sağlam karakterli olabilir ama bunlar hiç iş tecrübesi olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Bu nedenle atandığı işe uygun biri değil.

O halde bu göreve neden getirildi?

OYAK yasasına göre kurumun genel müdürü, Maliye ve Savunma bakanları ile Bankalar ve Odalar Birlikleri başkanları tarafından seçiliyor. Bu kişilerin Osman Süleyman Erdem’i tanımasının pek olası olmadığına göre birisinin ismini kulaklarına fısıldamış olması gerekiyor.

Bir kaynağa göre bu isim Türkiye’deki bütün önemli kararları veren kişi olan Tayyip Erdoğan’dır.

Ulusoy ve ekibinin ayrılmasıyla OYAK’ta ordu çağı bitiyor, AKP çağı başlıyor.

Zaman içinde, Ulusoy ve askerlerin oluruyla orada kurduğu düzende yer alan üst düzey yöneticilerin hepsi temizlenecek. Yerlerine AKP’ye sadık olanlar atanacak.

Amaç ne olabilir?

Dört yıl  önce, o zaman AKP sözcüsü olan Hüseyin Çelik, OYAK’ın “varlığını ve fonksiyonunu” inceleme zamanının geldiğini söylemişti.

Anlaşılan bu inceleme sona erdi ve AKP OYAK ile ilgili kararını verdi.

Erdem şirket yöneticisi olmadığına göre onu genel müdürlüğe getirmenin amacı OYAK’ı mevcut haliyle büyütmek olamaz. Ama küçültüp özelleştirme yoluyla ortadan kaldırmak olabilir.

Ulusoy ve ekibinin ayrılmasıyla OYAK’ta ordu çağı bitiyor, AKP çağı başlıyor.

Bu konuda bilgi almak için başvurduğum şirket yetkililerinden hiçbiri konuşmadı. Şirkette bir dehşet havasının hakim olduğu belli.

Bir yetkili “Dışarıya yeni genel müdürün isminden başka bir şey vermemek konusunda talimat aldık” dedi.

Bazı kaynaklar OYAK’tan sonra sıranın İş Bankası Emekli Sandığı’na gelebileceğini söylüyorlar.

OYAK’taki rejim değişikliği konusunda askerlerin düşüncesinin  ne olduğu da meçhul. Genelkurmay Başkanlığı basın birimine birkaç soru yönelttim ama cevap alamadım.

OYAK

Uzun adı Ordu Yardımlaşma Kurumu olan OYAK 1960 darbesinden bir yıl sonra kuruldu. Başlangıçtaki amacı, o zaman oldukça sefil durumda olan askeri personele konut yapmak, emekliliklerinde ellerine nispeten daha yüksek bir gelir geçmesini sağlamaktı. Bu amaçla subay maaşlarının bir bölümü doğrudan OYAK’a yattı.

Zaman içinde, özellikle Ulusoy döneminde, OYAK birçok alanlarda faaliyet gösteren dev bir holding haline geldi. Son birkaç yıl içinde de yurt dışı satın almalarla uluslararası bir  oyuncu haline gelmeye başladı. 

OYAK’ın bünyesinde 19’u ülke dışında faaliyet gösteren doksana yakın şirket var. Çalışan sayısı 29 bini aşmaktadır.

2015 yılı konsolide sonuçlarına göre grubunun toplam hasılatı 23,5 milyar TL, toplam varlıkları ise 51,6 milyar TL’dir. Toplam ihracatı 3,3 milyar dolardır.

Metin Münir

Kaynak:  t24.com.tr

OYAK: Karanlıktan zifiri karanlığa

$
0
0
OYAK: Karanlıktan zifiri karanlığa
Ordu Yardımlaşma Kurumu Genel Müdürü Coşkun Ulusoy'un aniden istifa ettirilmesi ve yerine Süleyman Savaş Erdem isimli bir devlet memurunun atanmasının ardından 16 gün geçti.
 
On altı gün az değil.
 
Kurumun devletleştirilmesinin başlangıcı sayılabilecek bu adım konusunda ne OYAK ne de yeni genel müdürü atayan hükümet herhangi bir açıklamada bulunmadı.
 
Eğer OYAK’ın internet sitesine girerseniz zamanın 7 Mayıs’ta durduğunu hissedersiniz. Sitedeki en yeni giriş Ulusoy’un OYAK Genel Kurulu’nda o gün yaptığı konuşma. OYAK’ın İngilizce sitesinde zaman çok önce durmuş.
 
Ulusoy döneminde OYAK büyüdü ama alaturkalığından hiçbir şey kaybetmeyerek
 
Oradaki en son girdi 1/19/2015 tarihli. Yabancılara, gururla, OYAK’ın Almatis adlı şirketi satın alarak alümina sektöründe dünyanın en büyük üreticisi olduğunu açıklıyor.
 
Satın alma kaça yapıldı? Neden yapıldı? OYAK’a katkısı ne olacak? Almatis’i OYAK’ta kimler yönetecek? Bu konularda hiç ama hiç bilgi yok.
 
Türkçe sitede de yok.
 
Bu gibi şirketlerin sitelerinde bulunması gereken murakabeden geçmiş faaliyet raporları da yok. Faaliyet Raporu diye siteye konanlar laf kalabalığından ibaret.
 
Günümüzde kapalı aile şirketleri bile belirli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra hesaplarını paylaşmak durumundadırlar.
 
OYAK ise Türkiye’nin en büyük üyeli emekli fonudur. 1961’de subay ve astsubayların maaşlarından yapılan kesintilerle faaliyete başladı. Genelkurmay Başkanı’ndan en kıdemsiz astsubayına kadar maaşlarından kesilen paralarla finanse ediliyor.
 
OYAK’ın batıdaki emeklilik fonlarından farkı hem fon hem bir holding şirketi olmasıdır. OYAK’ın bünyesinde 19’u ülke dışında faaliyet göstermekte olan doksana yakın şirket var.
 
Çalışan sayısı 29 bini aşıyor. Toplam hasılatı 23,5 milyar liranın üstünde. Bu haliyle Türkiye’nin en büyük özel sektör şirketlerinden biridir.
 
Veya idi.
 
OYAK’taki şeffaflık eksikliği Ulusoy döneminin en belirgin özelliklerinden biri idi. Ulusoy döneminde OYAK büyüdü ama alaturkalığından hiçbir şey kaybetmeyerek.
 
Batıda emeklilik fonları normal şirketlerden çok daha sıkı denetime tabi tutulurlar. Uymaları gereken bir sürü kural vardır. Bu doğaldır çünkü hükümetler yüz binlerin birikimlerini değerlendiren fonların maceraya atılmalarını arzulamaz.
 
Yeni yönetimin misyonu nedir?
 
OYAK’taki şeffaflık eksikliği Ulusoy döneminin en belirgin özelliklerinden biri idi
 
OYAK, gerçekten parçalarına bölünüp özelleştirecek ve askerler de herkes gibi SGK’ya mı bağlanacak? Yoksa Turkcell, Türk Telekom ve THY gibi özel şirket postu altında siyasi kadronun yönetimine mi geçecek?
 
Bu soruların cevaplarını bilenler vardır, muhakkak, ama kamuoyu bilmiyor.
 
OYAK’ın, yüzde sekseni aktif subay ve astsubaylardan oluşan 305 bin üyesi var. Yeni yönetimin bu kişilere bir açıklama borcu olduğunu anlamaması akıl almaz bir kurumsal ilkelliktir.
 
Anlaşılan OYAK’ta Ulusoy döneminde hüküm süren karanlık,  yeni yönetim altında zifiri karanlığa dönüşüyor.
 
                                             *
 
        
 
BU ARADA BİR NOT VE BİR ÖZÜR.
 
Perşembe günü Yayımlanan OYAK yazımda yeni genel müdür Süleyman Savaş Erdem’le ilgili biyografik notlarda hatalar vardı. Bunun iki nedeni var. OYAK’ın ısrarlarıma rağmen Erdem’in biyografisini vermemesi. (Bir kurum bunu neden saklar?) İsim ve CV benzerliğinden dolayı bir başkasını Erdem sanmam. (Tabii bunlar mazeret değil. Hata hatadır)
 
Aldığım yeni bilgilere göre Erdem 48 küsur yaşında ve 1996’dan bu yana Başbakanlık’ta müfettişlik yapıyor. Tanıyan birkaç kişi onu bana “düzgün bir insan” olarak tarif etti.
 
Üzgünüm ama, düzgün olmak yetseydi, ben de çoktan General Motors’a genel müdürü olmuştum.
 
-Metin Münir-

 

Kaynak : t24.com.tr

Yönetimden Vazgeçtik, Davadan Değil !..

$
0
0
Yönetimden Vazgeçtik, Davadan Değil !..

Değerli Arkadaşlarım,

2006 yılından itibaren Astsubay hak emek ve onur mücadelesinin içindeyim. O tarihten bu yana da camia içinde yaşananlara tanığım. Kimi hususlarda bizzat, bazen de mücadele içinde ki arkadaş ve büyüklerimle görüşerek kendimce mücadele ettim.

2008 yılında ki olağan Genel Kurul dahil devamında ki Olağan ve Olağan Üstü Seçimlerinde bizzat içinde bulundum. 2011 seçimlerinde Sn. Cengiz ERTEN ve ekibiyle hareket ettim. O gün salonda verilen kim kazanırsa yanında olunacağına dair sözler gereği 11 Ekim 2011 tarihinde seçilen mevcut Genel Başkanın yanında yer aldım. Lafın özü, diğerleri beni ilgilendirmiyor ben o gün salonda verdiğim sözü tuttum.

2013 Olağan Üstü Genel Kurulda mevcut Genel Başkanla beraberdim. 2014 Olağan Genel Kurulda da Sn. Genel Başkanımız teveccüh gösterip listesine aldı. Kendisine müteşekkirim. Bana göre mücadele etmek için yönetimlerde olmaya gerek yok. En azından camiamıza dışarıdan hizmet etmenin yanında bil fiil siz değerli meslektaşlarım için kurumsal mücadelenin içinde olmanın da hem onurunu hem gururunu yaşadım, yaşayacağım.

Değerli Arkadaşlarım,

20 Haziran 2016 tarihinde TEMAD Genel Merkez Yönetim Kurulunda ki tüm görevlerimden istifa ettim. Sizler de taktir edersiniz ki, kişisel irade ile girilen yönetim kurullarından istifa da bir haktır. Ben de kişisel irademle bu hakkımı kullandım.

Şunu çok açık olarak ifade ediyorum. Sami Başkaya olarak girdiğim yönetimden Sami Başkaya olarak çıktım. Ben örgütlü mücadelenin gücüne inanan, her şartta kurumsallığı savunan biri olarak, kurumsal yapıya en ufak bir halel getirecek söylem ve eylemin içinde olmam. Mücadele de gelinen seviye ve alınan mesafeyi göz ardı etmeden, yapacağım hiçbir şeyi kişisel reklam ve şova döndürmeden asgari masum taleplerimizin çözümü noktasında bundan önce olduğu gibi, ilgili kişi ve kurumlarla görüşerek, gerekirse gazete gazete, televizyon televizyon gezerek haklı mücadelemize destek olmaya devam edeceğim.

Yine şunu da özellikle belirtmek isterim ki, 7 / 24 TEMAD düşmanlığı yapanlar, seçimle gelmiş yönetimlere delilsiz ispatsız iftira ve hakaretler de bulunanlarla hiçbir yer de yolum kesişmeyecektir. İstifamız sonrası oluşan durumdan malzeme çıkarma hevesinde olanlar varsa, bilsin ki, art niyetli kişilere buradan ekmek çıkmaz.

Evet ben istifa ettim bu bir tercihtir. Görevden kaçan, mücadeleyi sadece eline tutuşturulan metinleri servis ederek postacılık yapmak olan, Sn. Fikret Parlak ve şahsım için tetikçi ifadesini kullanan, sosyal medya şaklabanı soytarıya da buradan söylüyorum, sen ve senin gibi yüz taneniz Sn. Ahmet KESER ‘ in saçının teli etmezsiniz.

Netice itibarıyla söyleyecek olursak, BİZ YÖNETİMDEKİ GÖREVİMİZDEN VAZGEÇTİK, MÜCADELEDEN DEĞİL.

Bu süreçte arayan tüm Şube Başkanlarım ile çok sayıda meslektaşıma, ayrıca yine bu süreçte beni her gün arayarak, dostluk ve ağabeyliğin ne olduğunu tekrardan hatırlatan Sn. Selçuk İÇER abime özellikle teşekkür ediyorum.

Tüm dava arkadaşlarıma en derin selam ve saygılarımla…

Sami Başkaya

Tel. : 0533 819 39 60

 

Viewing all 47 articles
Browse latest View live