“Atın eskimiş gözlüklerinizi atın. Size yeni, bambaşka, gıcır gıcır gözlükler getirdim.” Adamın biri, elinde bir megafonla meydanda avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Yerler ıslak ve kaygandı. Bu soğuk kış gününde kar, tipi, bora, eşikte beklerken ne gözlüyüydü bu?
Onu dinleyenler bunun bir reklam olduğunu, asıl satılan şeyin gözlük olmadığını düşünüyorlardı. Kimi bir ısıtma aygıtının ancak gerçek gözlerle ayırt edilebileceği reklamına, kimi soğuktan koruyucu giyecekler reklamına, kimi de ıvır-zıvır bir malın alışagelmiş bir pazarlama tezgâhı olduğuna yorumluyordu.
Az sonra meraklı, kuşkucu bakışlar altında meydandaki adam, önündeki yığılı kutulardan renkli renkli gözlükler çıkarıyordu.
“Yemin ederim dün Ankara’da bu gözlükler kapış kapış edildi. Koş vatandaş. Bana çıkmaz deme. Al, al, al. İşte fırsat. İşte mucize...”
Gözlükçü adamın etrafı bir anda sarıldı. Meydan ana-baba gününe döndü. Kuşkulu meraktan kimse üşüdüğünü anlamıyordu.
“Tüh, tüh, tüh, yuh, yuh, yuh, yazık yazık deyip, cıkcıklayarak ayrılanların yerini, önündekileri, yanındakileri itekleyerek kalabalığı yara yara yeni gelenler alıyordu.
“Al vatandaş, al! Gözlük deyip geçme. Bu gözlüğü takanlar bir daha çıkaramıyor. Kimi yakını görür, kimi uzağı.
Yaşlı bir adamı kolundan tutup yanına çekiyor.
- Mesela şu bey amca!
Adamın gözündeki gözlükleri çıkarıp atıyor. Kendi gözlüklerinden birini takıyor.
- Hah şöyle, nasıl bey baba? Nasıl vatandaş? Daha güzel durmadı mı gözünde?
Hep bir ağızdan bağırıp tempo tutuyorlar:
- Yakıştı yakıştı, süper oldu süper büyükbaba.
- Öyle basit bir iş değil bu gözlüğü takmak. Şu süper büyükbabanın kim bilir ne büyük dertleri vardır? Bu soğukta, şu karlı, boralı havanın debdebesinde, ne işi var burada? Şu üstündeki paltomsu şeye bakın. Bu paltomsu şey bu süper büyükbabayı korur mu?
- Korumaz korumaz, çok doğru, yaşa, korumaz.
- Ama bu gözlük ona üşümesini unutturacak. Çünkü ben büyükbabaya mucize bir gözlük verdim. Gözlük deyip geçmeyin. Heey vatandaş bu gözlükler her derde devadır. Ne zaman üşüdün, acıktın bu gözlüğü takacaksın. Ne zaman kızdın, köpürdün, küplere bindin hemen gözlüğü takacaksın. Kendini motive edeceksin. Ben aç değilim, çok şükür benim bir derdim yok diyeceksin. Bu mucize gözlük sana her şeyi unutturacak. Takacaksın gözlüğü geçip gideceksin.
Saçları üç numaraya vurulmuş, gür bıyıklı iri kıyım bir adam:
- Hiç kimse kızmayacak, hiç kimseye kükremeyecek miyim? Acıkmayacak, üşümeyecek miyim?
Bir hamlede çemberi yarıp, gözlükçüyle burun buruna geldi hemen bir gözlük kaptı.
- Evet, beyim aynen öyle. Takacaksın gözlüğü geçip gideceksin. Ama bu taktığın gözlüğe bağlı.
Hafiften kar atıştırmaya başlamıştı.
- Nasıl yani? Dedi, şaşkın iri kıyım adam.
Gözlükçü bir hamlede kırmızı bir gözlük aldı. Adamın gözüne taktı.
- Yeşili, kırmızısı, turuncusu, pembesi, siyahı var bu gözlüklerin.
Adam aval aval gözlükçüye bakıyordu.
- Bak şaşkın abim, şimdi yağan bu kar ne renk?
Adam başını havaya kaldırdı, “kırmızııı”, dedi.
- Hadi canım. Kırmızı karın yağdığı da nerede görülmüş, dedi bir kadın.
Gözünde gözlüğü olan adam:
- Valla billa da kırmızı hanım abla.
- Bak gördün mü şaşkın abim. Anladın mı gözlükteki kerameti?
Adam sevinçle başını salladı. Hemen cebine sarıldı.
- Kaç para bu gözlük, dedi.
- On milyon sayın abim.
- Aaaa hadi be sen de! Yani bu dandik gözlük on milyon mu şimdi?
- Hanım ablama bak. On milyon nedir hanım abla? Milyarlar versen karın kırmızı yağdığını göremezsin.
Kalabalıktan coşkulu sesler yükseldi:
- Çok doğru, çok doğru, vallahi çok doğru, göremezsin, göremezsin.
Paralı eller gözlükçüye bir bir uzandı.
- Koş vatandaş koş! Sen de al! Her derde çaredir bu gözlükler. Daha demin okulları dolaştım. Yöneticiler yeşil gözlükleri kapış kapış aldılar. Öğrencilere bir bir dağıttılar. Koş, koş, al, al, al.
Yaşlı bir adam elindeki bastonunu sallaya sallaya gözlükçünün yanına geldi. Onu kolundan tutup yanına çekti. Kulağına eğildi.
- Yahu efendi oğlum malum ya bana hangi gözlüğü tavsiye edersin.
- Aman bey baba sorduğun şeye de bak. Sana bir camı sarı, bir camı kırmızı gözlük vereceğim.
Kulağına eğildi:
- Bunu tutti furittilerde takacaksın, tutti furittii.
Yaşlı adam parayı sevinçle gözlükçüye uzatıp; tuttii furutti, tuttii furutti diye bağıra bağıra oradan uzaklaştı.
Sakallı cüppeli bir adama yeşil, siyah montlu bereli üçgen sakallı, bir kulağı küpeli olan gence kırmızı, genç bir kıza pembe, yoksul giyimli bir kadına sarı gözlük verdi.
Gözlükçü adam, gözlükleri üçer beşer neşeli, gür, sesiyle satıyor, paraları ceplerine, koynuna indiriyordu. Bas bas bağırıyordu.
- Koş vatandaş koş! Al, al, al. Bu gözlüğü takanın ne derdi kalıyor ne kederi. Her derde devadır bu gözlükler. Yeter ki nerede, ne zaman, hangi gözlüğü takacağını bil. Bu gözlüğü takanlara açılmayacak kapı yoktur. Daha demin bir sürü şirket dolaştım, bir çok siyah gözlük sattım.
Kutular tek tek boşalıyordu. Birçok paralı eller gözlükçüye uzanıyordu. Yeşil, kırmızı, pembe gözlükler kapışılıyordu.
Kar iyiden iyiye bastırdı. Kimisi tozpembe görüyordu karı, kararan havayı, kimisi yeşil, kırmızı, sarı, turuncu...
Birden iki adam yumruklu, küfürlü, kartoplu bir dövüşe tutuştu. Bazen biri üste çıkıp altındakini yumrukluyor, bazen alttaki üste çıkıp altındakini. Kan ter içinde kaldılar. İkisi de bitkin bir haldeyken bir adam geldi yanlarına. Adam okumuş, görmüş, olgun birine benziyordu. Koltuk altında birkaç kitap vardı. Kara, tipiye, boraya ve kararan havaya karşı meydan okuyan bir duruşu vardı. Yüzü ışık saçıyordu. Yerde soluk soluğa kıvranan iki adamın gözleri parladı. Bir sıçrayışta kalktılar. Eli kitaplı adama yaklaştılar.
- Bu kar kırmızı, dedi biri. Yeşil, dedi öteki.
Eli kitaplı adam önce havaya, sonra yere sonra da iki şaşkın adamın yüzüne bakıp güldü.
Yeşil gözlüklü adamın gözlüğüyle, kırmızı gözlüklü adamın gözlüğünü değiştirdi.
İki şaşkın adam önce havaya, sonra yere, sonra da hayretle eli kitaplı adamın yüzüne baktılar.
Adamın gözlüğü yoktu.
Fikret Kemal Tekin/Balıkesir